25 Mart 2008

Kazanın Bile...

Bir anne oğul geliyor. 50lerinde bir kadın ve 15 yaşlarında bir delikanlı. Delikanlının başında türkselin reklam kampanyasındaki selocan kasketi var. Ancak kasketin normalde dik duran iki anteni, annesinin zoruyla mı bilmem, aşağı yatırılmış. Capcanlı sarı, üstelik iki anteni olan o kasketin antenlerini istediğin kadar bük, ne kadar normale yaklaşabilir ki?!

Annesi işlemini yaparken çocuğun dikkati hemen önündeki bankoda atm kartlarını sıralayan memura kayıyor ve görünen yaşının çok altında bir çıkışla ‘ben de istiyorum’ diyor. Onlar başka insanların kendi hesapları için talep ettikleri kartlar, nasıl verelim? Çocuk bunu anlamıyor, ısrar ediyor. Durumunu bilen memurlar başka ikna yolları deniyorlar, iyi çocuk olursan, annenin sözünü dinlersenler işe yaramıyor. Boyluca, düzgün giyinmiş ve çok düzgün konuşan delikanlı, kasketi dışında gayet normal görünen imajının aksine, nuh diyor peygamber demiyor. Öyle ki, memur onu mutlu etmek için unutulmuş, süresi dolmuş, kaybedilip alınmamış bir kart olsa da versek diyor, onun duymayacağı şekilde. Tabii ki o da yok.

Çocuğun çocuksu ısrarları eşliğinde, hepimizin gözü onda işleminin tamamlanmasını takip ediyoruz. Her türlü şeyi yapabilecekmiş, bir anda bankonun arkasına uzanıp, el çabukluğuyla bir kartı alabilecekmiş gibi görünüyor. Gitme vakti geldiğinde isyanı sürüyor. Bana kart vermezseniz bi daha da buraya gelmem diye ünlüyor. Biz tamam deyince demek istediği şeyi diyemediğini fark ediyor, düzeltmeye gayret ettiği başka bir cümle sarfediyor. Bana kart vermezseniz bi daha da buradan çıkmam. Kapıya yönelen annesini görünce bunun da mümkün olmadığını anlıyor ve son cümlesi, ‘kafadan sakat olduğum için vermiyorsunuz, biliyorum’ oluyor.

İki yaşındayken havale geçirmiş. O gittikten sonra öğrendiğim durumu bu. Oysa daha dün gözümün önünde yaşı onun kadar bile olmayan başka bir çocuk vardı. O, ilk iki yılını kazasız atlatmıştı sanırım, yap denileni anlayacak ve yapacak, üstelik cevval bir çocuktu herhalde ki bir büfede siparişleri götürmek üzere çalışıyordu. –robası ayrı bedeni ayrı renk önlüğünden anladım- Onun kazası bisikletten düşmekti. Bisiklet düştüğü yerde kalmış, kendisi hemen o köşedeki eczanenin bir adımlık basamağına çökmüş, başını bir eline dayamış hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Gözyaşları sel olmuş, bütün o ben büyüdüm, yapabilirimleri önüne katmış akıyordu. Yoldan geçenler panik içinde koştururken medikal müdahele yapması beklenen eczacı, çocuğun sırtını sıvazlıyordu. Ciddi bir yarası yoktu ama ödü kopmuştu bir kere… Kendisinden büyük ama aynı önlükten giyen bir abisi geldi koşarak. Bir eliyle bisikleti idare edip diğer elini de çocuğun omzuna atmış yürürlerken çocuğun hala iç çektiği için kalkan omuzlarını görebiliyordum oturduğum yerden.

Kazanın bile hayırlısının olduğu doğruymuş…

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Hello. This post is likeable, and your blog is very interesting, congratulations :-). I will add in my blogroll =). If possible gives a last there on my blog, it is about the MP3 e MP4, I hope you enjoy. The address is http://mp3-mp4-brasil.blogspot.com. A hug.