10 Mayıs 2010

Karasevda

Aşağıdaki öyküyü hafta sonu okudum, gülmekten yerlere yattım. Birkaç kere daha okudum, yine güldüm. 2010 yılını epey gecikmeli olarak açmak için çok iyi bir başlangıç olacağını düşündüm ve üşenmedim yazdım. (ve yine güldüm) Öyküyü, Müfit Özdeş yazmış. (ellerine sağlık!) Diğer bilim-kurgu öyküleriyle birlikte Son Tiryaki adıyla kitaplaştırılıp, 1996 yılında Metis Bilimkurgu serisinin 10. kitabı olarak basılmış. (Aferin Metis Edebiyata!)Bu kitabı iflah olmaz bir bilimkurgu okuru olan arkadaşım Naci Aklan bana hediye ettiği için haberdar oldum ve okudum. (Teşekkürler Naci!)


Karasevda

“Sevgili Zeki,
Nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum.
Seni seviyorum, sevmesine. Ama O’nu daha çok seviyorum.
Seni üzdüğüm için bağışla. Ama emin ol, böylesi daha iyi.
Sakın peşimden gelme. Elveda!
Süheyla

Not: Kendine iyi bak. Terli terli soğuklara çıkıp üşütmeyesin.”


Mektubu okuyunca beynimden vurulmuşa döndüm. Bunca yılın ateşli sevdası ve derin dostluğu o mıymıntı herif yüzünden nasıl yıkılabilirdi.
Süheyla!
Şimdi dünyam karanlık, yaşam anlamsız. Yaşamak, tabancamın tek mermisine değmeyecek kadar değersiz. Nefes almak acı ve işkence.
Süheyla, alacağın olsun. Peşinden gelmezsem ben ne olayım. Orhan denen o mıymıntıya pabuç bırakacak adam mıyım ben? Hadi pabuç bıraktım, Süheyla’yı bırakır mıyım hiç?

Hemen sokağa fırladım. Bizim yerimiz Bakırköy’de, Orhan’ın evi Beykoz’da. Felek felek taksi arıyorum, yok. Trafik polisine sordum.
‘Binek otomobillerinin ve taksilerin sefere çıkması menedildi,’ dedi polis. ‘Rafineri yüzünden, biliyorsunuz. Benzin darlığı var. Haberleri dinlemediniz mi?’
‘Biliyorum,’ dedim. ‘Yeşiller sabotaj yaptılar. Ataş rafinerisini havaya uçurdular.’
‘Bu sabah İpraş rafinerisi de havaya uçtu.’
‘Ona da mı sabotaj yaptılar?’
‘Hayır,’ dedi polis. ‘İpraş’ın üstüne uzaydan meteor düştü.’

Otobüsler hala çalışıyordu. Kuyruğa girdim. Biraz sonra Bakırköy-Beykoz otobüsü geldi. Bindim, yola çıktık.
Süheyla, bunu bana nasıl yaparsın!

Yolda üç kere kimlik kontrolünden geçtik, bir keresinde de tepeden tırnağa aradılar. Japon işgal kuvvetleri karargahına yapılan dünkü bombalı saldırıdan sonra kentte güvenlik önlemleri artırılmıştı.
Varsın artırılsın. Süheyla, seni mutlaka bulacağım. Son durakta otobüsten inip, kararlı adımlarla Orhan’ın evine doğru yola koyuldum.
Orhan benim çocukluk arkadaşımdır. Arkadaşı sevsinler.
Zili çaldım, kapıyı annesi açtı. Orhan evde yokmuş. Az önce Beykoz açıklarında patlayan süpertankeri seyretmeye gitmiş. Süheyla’yı sordum. Gelmiş, Orhan’ı bulamayınca gitmiş.
Süheyla’yı sokak kapısında beklemeye karar verdim. Merdivenlere çöktüm. Gök kan kırmızıydı. Boğazın iki yakası cayır cayır yanıyordu. Yeni yapılan dördüncü boğaz köprüsünü alevler içinde görebiliyordum. Biraz sonra köprü gümbür gümbür çöktü.
Süheyla herhalde Orhan’ı aramaya gitmişti. Eninde sonunda dönüp gelecekti.

Tam o sırada arkamdaki dairenin kapısı açıldı. Döndüm baktım, Süheyla. Beni görünce şaşırdı. Bakkala gidiyormuş. Yanıma oturdu, konuştuk. Başına gelenleri anlattı.
Orhan’ı bulamayınca o da benim gibi sokak kapısında beklemeye karar vermiş. Ama aşağı indiğinde Burhan’la burun buruna gelmiş ve ona deli gibi aşık olmuş. Burhan, biraz önce Süheyla’nın bakkala gitmek için çıktığı dairede oturuyormuş.
‘Seni O’nunla tanıştıracağım,’ dedi Süheyla.
Gittik kapıyı çaldık. Kapıyı bir adam açtı.
‘Bu Zeki,’ dedi Süheyla. ‘Sana ondan bahsetmiştim. Bu da Burhan.’
‘Hoşgeldiniz Zeki bey, sizinle tanıştığıma memnun oldum,’ dedi Burhan ve sağ ellerini uzattı. Üç tane sağ eli vardı. Üçünü de sıktım.
Burhan’ın üç tane de sol eli, üç tane kafası, altı da bacağı vardı.

‘Zeki’yi görünce yoğurt almayı unuttum,’ dedi Süheyla.
‘Ziyanı yok tatlım, ben gidip alıveririm.’
Adam bakkala gidince sordum:
‘Burhan Merihli mi?’
‘Hayır, annesi Burhan’a hamileyken radyoaktif hamsi yemiş.’
Süheyla’nın gözlerinde tuhaf bir heyecan vardı.
‘Bütün organları üçer tane,’ diye ekledi.

Artık umut yoktu. Oracıkta karar verdim. Hemen geri dönecek ve tabancamla canıma kıyacaktım.
Beykoz’dan Bakırköy’e nasıl döndüğümü, alevler içindeki Boğaz’ı nasıl geçtiğimi anımsayamıyorum. İçimde fırtınalar patlıyor, cehennemsel bir ritmin eşliğinde ayaklarım beni adım adım silahıma ve namlusundaki kurşuna yaklaştırıyordu.
Kapıda kendime geldim. Artık yuvamdaydım. Ama Süheyla olmadıktan sonra, neye yarar?

İçeri girdiğimde, Cumhurbaşkanı bulaşıkları yıkıyordu.
‘Hayrola, ne oldu? Sen Ankara’da değil miydin?’ diye sordum.
‘Cumhuriyet lağvedildi,’ diye yanıtladı hazin bir sesle.
Saltanat ilan edilmiş. Başhekim de padişah olmuş.
Süheyla’nın beni terk ettiğini anlattım. Cumhurbaşkanı çok üzüldü.
‘Elimden gelse, hala cumhurbaşkanı olsam, ben o heriflerin ikisini de tutuklattırırdım,’ dedi.
‘Dördünü de,’ diye düzelttim. Burhan için üç tutuklama emri gerekirdi çünkü.
Çok yorgundum. İyi bir uyku çekip, sabaha intihar etmeye karar verdim.

Sabahın köründe Süheyla çıkageldi. Burhan koro halinde horluyormuş. Dayanamamış.
Sevinçten çılgına döndüm.
‘Yaşamın hiçbir anlamı kalmamıştı. Birkaç dakika geç gelseydin, canıma kıymış olacaktım,’ dedim.
Süheyla çok şaşırdı.
‘Orhan’la Burhan’a tutuldum diye, sana olan engin aşkımın söneceğini nasıl düşünebildin? Bana hiç mi inancın yok? Sana olan duygularımı nasıl bu denli hafife alabilirsin,’ diye çıkıştı.
O gece, yeniden kavuşmanın coşkusuyla çılgınlar gibi sevişmeye başladık. Ne var ki, Süheyla bir türlü kıvama gelemiyordu. Sonunda ıkıla sıkıla sorunu anlattı.
‘Sevgilim, Burhan’dan sonra tek kişi biraz yavan oluyor. Acaba Cumhurbaşkanını da aramıza alamaz mıyız?’

Çağırmak için odasına gittiğimde Cumhurbaşkanı’nın da karısının da vebadan öldüğünü gördüm. Ortaçağın müthiş felaketi bula bula feleğin sillesini yemiş bu ihtiyar çifti bulmuştu. Çıban dolu, kararmış ve kokmaya başlamış cesetlerin başına oturdum ve düşünmeye başladım.
‘Süheyla’nın varlığı başka işkence, yokluğu başka işkence,’ dedim kendi kendime.
‘Bre enayi Zeki,’ dedim, ‘hiç insan yastığından kendi yaptığı kadın için böyle azap çeker mi? Son ver bu acıya gitsin.’
Kendimi damdan aşağı atmaya karar verdim. Cumhurbaşkanı ile yastığının cesetlerini öylece bırakıp dama çıktım. Tam o sırada yeni bir dünya savaşı çıkmış. İstanbul’un sağında solunda atom ve hidrojen bombaları patlamaya başlamıştı.
Kendimi damın kenarından aşağı salıverdim.
Elveda yaşam, elveda yastığım!.