24 Haziran 2008

Yavru

Çocuk yardımları yattı. Bir geliri olmaksızın çocuk sahibi olan aileler hesaplarına yatan 20 liralık 40 liralık yardımlarını tahsil etmek için geliyorlar. İstisnasız çocuklarını da getiriyorlar. Şubenin önündeki banklar sıralarını bekleyen başka müşterilerle dolu olduğu için tek basamaklık kaldırıma tünemiş bir ailenin en gencine takılıyor gözüm; ilk adımlarını atmakta olan zeytin gözlü saçları bukle bukle olmuş esmer bir bebek. Dünyaya acemi olduğu attığı adımdan belli; adımlar hep anneye yönelik, sevinç sınırsız. Anne, 8 yaşlarındaki en büyük oğluyla oturuyor. Çok ilgili görünmese de kendi başına ayakta durabildiğini anladıktan sonra iki adım atıp yarı düşerek de olsa kucağına ulaştıkça bebeğini göğsüne gömerek kucaklıyor, yanaklarından öpüp seviyor. 5 yaşlarında ortanca oğlu küçüğün bu neşesine ortak olmak için o adım atıp anneye ulaştıkça kardeşini kucaklayıp iki adım öteye taşıyor, kollarını açıp kardeşinin bu sefer de kendisine doğru yürümesini bekliyor. Minik adımlarının kucaklamayla ödüllendirilmesine nasıl seviniyor yavru. Kendisini her seferinde bıkmadan üç adım öteye taşıyan ağabeyi kadar kavrulmamış. Üzerindeki tulumu kirli ancak ayaklarına tam olan sandaletleri var. Kollarını ona açan abisi vaaar, onu dikkatle izleyen büyük abisi vaaar, kendisini öpen kucaklayan annesi vaaar. Yokluk nedir bilmiyor. Henüz.

16 Haziran 2008

10 Haziran 2. yaşgünü!

10 Haziranda Gülten Akının peşinden yazarken unutmuşum. Sonrasında başka bloglar arasında bir yaşgünü mesajı okuyunca aklıma geldi. Yaw benim blog da yazın güneş ta tepedeyken doğmuştu, acep ne gündü diye düşündüm ve ne göreyim?! 10 haziranmış!

Zaman geçer, doğumgünleri de... Yıldönümü dediğimiz gün nihayetinde yılın 365 gününden biridir. Ancak sevgili blogumun ikinci yılı, henüz burada yazmamış olsam da kuruluş amacını tamamladığı günlerde doldurdu tam. Evet, hologram blogu ilk hologram yapışımla birlikte ikinci yılını kutluyor! Detaylar az sonra...

11 Haziran 2008

Derki Sayı 27: Düşünce Gücüyle Kilo Vermek

Düşüncelerimi kontrol edebiliyor olduğumu bilmek hayatımın dönüm noktalarından ilkiydi. Kontrol edebildiğim düşüncelerimle hayatımda istediğim şeyleri sırayla elde etmek de sonrakiler.
Hayatımda istediğim şeylere istediğim gibi bir bedenin dahil olması formda olma halimin sekteye uğradığı son birkaç aylık dönemde, yıllar önce aldığım ve okuyup uygulamakla birlikte rafa kaldırdığım bir kitabı hatırlamamla oldu: Düşüncenin İyileştirici Gücü, Dr. Gerald EPSTEIN* Başlamadan önce bu kitaptaki yöntemlerin işe yaradığını daha önce deneyerek gördüğüm için rahatlıkla ifade edebilirim. O dönem herhangi bir hormon/beslenme bozukluğu ya da başka bilinen bir neden olmamasına rağmen normalde sivilce çıkmayan bölgelerde çıkan ve kozmetiklerin hiçbir çeşidinin çare olamadığı çıbanımsı sivilcelerle uğraşıyordum. Kalıcı çözüm bahsettiğim kitaptaki mısır yöntemiyle şifa oldu.

Kitap, düşüncenin önemi –bana göre her şey olduğu- ile başlıyor ve zihin beden birlikteliği çerçevesinde imgelemenin yeri ile devam ediyor. Duygusal ve fiziksel birçok rahatsızlık konusunda yeni bir deneyim önerdiği imgeleme egzersizlerini anlattığı bölümlerde konusu geçen rahatsızlığa sahip danışanlarının öykülerine yer vermiş. Batı tıbbının çare olamadığı kanser türlerinden imgeleme yoluyla iyileşenler gibi çarpıcı örnekler bu yöntemle ilk kez tanışanları bile rahatlıkla ikna ediyor. Nedenlerin sonuçları yarattığı dünyada nasıl olup da bunun mümkün olabileceğini merak eden daha kuşkucu insanlar için psikolojik dünyamızın fiziksel dünyanın görünmeyen düzlemlerde başlıca etkileyicisi olduğunu anlatıyor. Kitaplarını okuduğum bir bilge olan Osho da beden zihin dengesi hakkındaki kitabına ‘beden gözle görünen ruhtur, ruh gözle görünmeyen bedendir’ diyerek başlıyor.

Semptomları değil rahatsızlığın ortaya çıkış nedenlerini ortadan kaldırmaya yönelik bu yöntem şimdiye kadar bize öğreten düşünceleri alt üst etmeyi göze alanlar için değişik deneyimler vaat ediyor. Tedavi uygulanacak rahatsızlıklara geçmeden önce imgelemeyi ‘bir şey beklemeden’ yapılmasının etkili olacağını okuduğumda şaşırdım. Bir amaçla yapıyoruz bu işi, nasıl bir şey beklemeyeceğiz diye düşündüm. Deneysel kişiliğim ağır basıp, sadece denemeye karar vermesem ne daha önce ne de şimdi sonuç almam mümkün olmazdı. Egzersizler gözünün önüne bir durum getirmekten ibaret ve bunu maksimum 2-3 dakika yapmanın yeterli olduğu yazıyor. Halbuki bize bir amacın varsa ona odaklanman, onu hayatının her alanına dahil edip onu yaşaman öğretildi. Ne kadar çok çalışırsak o kadar başarılı olmuyor muyduk?! Kitaba göre ‘az çokmuş’ Egzersizin başarısı önerilen imgelemeyi yapmaktan ibaretmiş, birkaç dakikalığına gözünün önüne getirmek. Kolaycı zihniyete karşı da uyarısı var. Bu kadar basit olması değerini düşünmesin, buna niyet edin, bu niyetiniz doğrultusunda hareket edin, sakinleşin, arının ve değişim gelsin önerilerine ek olarak 2 dakikalık imgeleme egzersizinizi trafikte yeşilin yanmasını beklerken değil, sakin bir ortamda, dik pozisyonda oturup bilinçli nefes verip alırken gözlerinizi kapatıp tam bir yoğunlaşma içindeyken yapın diyor. Gün içinde imgeleme yapmak için en uygun zamanların güne başlarken uyandığınızda ilk iş olarak, gün batarken ve gece uyumadan önce olduğu yazılıyor. Günde üç kere yapılması öneriler birçok egzersiz için gayet uygun…

Uygulamaya yönelik bölümleri okuduktan sonra ne kadar çok başlık olduğunu görüp, benim gibi şunu da iyileştireyim, bunun da çaresine bakayım diyen hevesliler için birden fazla tedavinin önerilen programa uymak kaydıyla aynı dönemde yapılabileceğini belirtiyor. Kitabın en sonunda imgeleme tedavisinin genel sonucu olarak kişinin kendi imgelerini oluşturabileceğinden ancak bunu yaparken dikkat edilmesi gereken konulardan bahsediyor. Hayatta karşılaştığımız negatif etkilerin bile çok güçlü pozitif sonuçları olabileceğini belirtiyor. Fiziksel ve duygusal bir rahatsızlığı olmasa bile genel iyilik seviyesini arttırmak, mevcut sağlık durumunu ölçmek ve iyileştirmeye yönelik egzersizler bu kitabın sadece hasta olduğumuzda başvuracağımız bir kaynaktan çok daha fazlası olduğunu gösteriyor.

Şimdi gelelim imgeleme yoluyla nasıl fazla kiloları vereceğimize. Kilo verme, selüloitleri giderme, kas yapma ve genel olarak sağlıklı olma konusunda ben de sonuç almak için fiziksel nedenler yaratmaktan yanaydım. Nasıl olmayayım?! Bize her gün güzel ve formda olmamız dikte edilmiyor mu? Bunların özünde sağlıklı olmanın yattığını yoga uygulamaları sayesinde anlamıştım ve bunun için kendimi şanslı ve ‘bilinçli’ sayıyordum. Zihnimizin fiziğimizi etkileyebileceği düşüncesine aşinaydım. Ancak bakışım bunun zihnimizin ihtiyacımız kadarını yemeye, normalde yayılıp kalacakken bedeni hareket etmeye yönlendirmek şeklinde algılayacak açıdaydı. Dolayısıyla ilerleyen teknoloji ve gelişen formda olma endüstrisinin bir tüketicisi olarak, ‘sağlıklı ve formda olmak’ için metabolizmamın günlük enerji ihtiyacını belirlemek, bu enerjiyi sağlıklı besinlerle karşılamak, vücudumu istediğim forma yaklaştıracak egzersizler yapmak, zihnimi kullanacaksam bunları irademi zorlayarak değil, bunlardan hoşlanmamı ve isteyerek yapmamı sağlayarak kullanmak şeklindeydi. Bunların sonucunu alıyordum almasına ancak kendimle yürüttüğüm bir savaşı sürdürmek, düzenimi korumak adına sosyal yaşamımdan ödün vermek ve sonuçta bedenimi beğenecek takdir edecek yerde neden mükemmel değilsin diye kendime düşmanlaşmak pahasına! Toplamda bir adım ileri bir adım geri şeklinde değişen sonuçları değerlendirip daha etkili ve daha yeni ürünleri sırayla denemek neredeyse ikinci işim olmuştu. Tek kelimeyle moral bozucu.

Bu kitap şişmanlık başlığı altında iki egzersiz öneriyor: Kendinize Ayna Tutmak ve Bedeni Tekrar Yapılandırmak. Bunları başka kilo verme yöntemleriyle –şimdiye kadar bildiklerimizi kastediyor- birlikte ya da onlar işe yaramadığında kullanabiliyoruz. Kilo vermenin yanında şişmanlığın duygusal nedenlerini ortaya çıkmasına şaşmamalıyız.

Kendinize Ayna Tutmak kilo vermek istediğimiz her an 1-2 dakikalığına uygulayabileceğimiz basit bir imgeleme egzersizi. Bunun için kendimizi bir aynanın önünde imgeliyoruz. Aynada gördüğümüz, olmasını istediğimiz gibi görünüyor, daha ince vs. Sonra aynanın içine girdiğimizi ve oradaki daha ince olan aksimizle karıştığımızı imgeliyoruz. Burada nasıl hissettiğimize, nasıl göründüğümüze dikkat ediyoruz. İmgelemenin başarısı başımızı eğip kendi vücudumuza bakarken onu istediğimiz halde görme ve buna dair duyguları yaşamada gizli. Sonra aynadan çıkıp aynanın önünde duruyoruz ve imajı sağ elimizle sağa doğru aynadan dışarı itiyoruz. Bunu bir şeyler yemeden önce hep benimsediğimiz bu imajı gözümüzün önüne getirerek, hatta kağıda çizip görebileceğimiz yerlere asarak, teknolojiyi kullanıp olmak istediğimiz bedene kendi başımızı monte ederek destekleyebiliriz. Zihnimiz bedenimizin böyle göründüğünü bilecek denli ikna olduğunda bedenimiz de o şekli almış olacak.

Bedeni Yeniden Yapılandırmak egzersizinin amacı öncelikle bedenimizin şeklini değiştirmek, ki bu da benim için yeni bir düşünceydi. Şimdiye kadar genlerimizin oluşturduğu bir beden tipine sahip olduğumuz ve bunu iyileştirmekle birlikte tümüyle değiştirmemizin imkansız olduğu söyleniyordu. Üç aşaması olan bu egzersiz ise mevcut şeklimiz ne olursa olsun imgeleme yoluyla gerçekten istediğimiz şekilde bir vücudu düşüncelerimizle oluşturabileceğimizi söylüyor. Tam benlik!

Bu egzersize kendi resmimizi çizerek ve olmasını istediğimiz şekilde ölçülerimizi belirterek başlıyoruz. Yemekten yarım saat önce bir koltuğa oturup kol ve bacaklarımızın eklemlerinden içeri doğru katlandığını hepsinin diyaframda toplandığını imgeliyoruz. Ve bunu nefes aldığımız sürede yapıyoruz. Nefes verirken gri bir dumanın dışarı çıktığını ve havada sürüklenip gittiğini görüyoruz. Nefes alırken katlanma nefes verirken gri dumanı salma egzersizini üç kere yapıyoruz. Koltuktan kalkıp bir duvarın yanında ayak parmaklarının üzerine yükselip kollarımızı kaldırıp bedenimizi gerip esnetiyoruz. Olduğumuz yerde 90 derece dönerek aynı yere gelene kadar tekrarlıyoruz. Bir hafta boyunca her yemekten önce bunları yapıyoruz.

İkinci hafta bunları yapmaya devam ederken yemeğe oturduğumuzda yiyeceğimiz şeyleri sayıyoruz ve vücudumuza bir emir veriyoruz: Sevgili vücudum –bu da benim eklemem- şimdi şunu şunu şunu yiyeceğim, sen bunlardan ihtiyaç duyduklarından ihtiyacın kadarını al, fazlasını boşaltım yoluyla boşalt. Gayet basit görünen bu uygulamanın gayet bilinçli olduğunu düşündüğüm beslenme alışkanlıklarımın aslında ne kadar tepkisel olduğunu ve aç olmadığım halde ne kadar çok atıştırdığımı fark etmemi sağladı. Bedenimin emirlerine uyacağına güvenim tam olmakla birlikte onunla iletişim kurmaya başladığım için daha çok sevdiğimi ve onu yormamak için daha az yediğimi söyleyebilirim.

Üçüncü haftada ilk ve ikinci haftada başladığımız uygulamalara bir yenisini ekliyoruz. Nefes alıp katlanma, duvarın yanında esneme hareketinden sonra tekrar koltuğa oturuyoruz ve bedenimizi belimizden ikiye katlayıp, kollarımızı ve bacaklarımızı uzatırken imgelemeyi devreye sokup kollarımızın ve bacaklarımızın uzamaya devam ettiğini ve çok uzaktaki bir binaya dokunduğunu görüyoruz. Bunu iki kere daha tekrarlayıp rahatlıyoruz. İlk iki egzersizle birlikte bir hafta bunu yapıp 7 gün ara veriyoruz. Eğer ölçülerimiz başlangıçta işaretlediğimiz ölçülere ulaşmamışsa 21 gün uygulama ve 7 gün ara verme tarzında iki dönem daha uygulayabiliriz. Ben ilk dönemin yarısındayım, ölçülmek için henüz erken fakat istediğim sonucu alacağıma güveniyorum.

* Ege Meta Yayınları. Kitabın orijinal adı Healing Visualisations

10 Haziran 2008

Gülten Akın

Kredi başvurularını onaylarken bir tanesi dikkatimi çekiyor. Başvuru sahibi Gülten Akın, diğer çoğu müşterimiz gibi maaşına karşılık limiti dahilinde kredi başvurusunda bulunmuş. Bir an içim heyecanlanıyor. Şair Gülten Akın mı acaba diye meraklanıyorum. Dosyasında evrakları tam, sorguları temiz. Nüfus cüzdanının siyah beyaz fotokopisinde koyu çıkmış fotoğrafa dikkatle bakıyorum. Kendisini görsem tanımam ki, değil fotoğrafını! Hafızamı zorlayınca öğretmenlik de yaptığını hatırlıyorum. O halde bizden maaş alan bir emeklimiz olabilir düşüncesi bir heyecan dalgası daha yaratıyor içimde. Saniyenin yarısında kendimi ve artık müşterimiz olan şair Gülten Akın’ı başrole koyduğum bir senaryo yazıyorum.

Dosyaları almaya gelen genç arkadaşım sona bıraktığım için dosyasında bir eksiklik olup olmadığını soruyor. Yok tabii ki. Aynı isimli şair mi yoksa isim benzerliği mi sohbetinin sonunda bir çözüm bulmaya çalışıyoruz. Bunu şimdi onaylamayayım, müşteri gelince sen haber ver. O zaman onaylar, dosyasıyla birlikte yukarı çıkarım, orada kendim sorarım diyorum. Yok, o kadarcık bekletmeye bile kıyamam. Geldiğinde bana haber vermesinde anlaşıyoruz. O gittikten sonra aynı sohbeti kredi yetkilisi diğer arkadaşla da yapıyoruz. Şiir yazdığı için ünlü olduğunu anlatmam da bir o kadar zaman alıyor. Ünlü deyince niyeyse dizi oyuncusu mu diye soruyor. Hangi arkadaşıma gelirse gelsin bana haber verecekler, içim rahat diğer işlerime dönüyorum.

Gülten Akın aklıma akşam kredici arkadaşımı görünce geliyor. Gelmedi mi diye merakla soruyorum. Geldi ama hiç öyle yazar gibi bir havası yoktu, o yüzden size haber vermedim deyince bozuluyorum. Hepimizin neci olduğu alnımızda mı yazıyor?! Hem şair dedim ne yazarı!!! Küçük bir ihtimal için kırmamak adına bir şey demiyorum ve internette araştırmaya girişiyorum. Gülten Akın 1933 Yozgat doğumlu şair… Bizimkinin de doğum yılının 1933 olduğunu görünce sıcak bir rüzgar esiyor içimde. Tek farkla, bizim müşteri Bandırmada doğmuş, rüzgar serinliyor… Sonrasında imzalarını taşıyan fişleriyle birlikte dosyası tekrar geliyor. El yazısıyla yazdığı ismini ve titrek imzasını inceliyorum. Hayretle el yazısını bir şairinkine benzetemediğimi fark ediyorum!



Yeniden

Karanlık bastı mı gelirsin
Pencerem dibinde durursun
Oyuncaklar kabartma harfler gibi
Elle tutulur garipliğin

Elişi kağıtlardan çiçekler yaparsın
Yeni şekiller görülmedik renkler ışıklar yaparsın


Gülten Akın

05 Haziran 2008

İleri Hep İleri

Süha Bey, Müfide Hanımdan bir gün sonra geldi. Uzun boylu, beyaz saçlı beyaz bıyıklı bir ihtiyar delikanlı. Maaşların evden ödenmesi için ne yapmak gerektiğini sordu. Otomatik cevabımı verdim, maaşınızı bankadan pttye aldırırsanız 85 yaşın üzerindekilere sorgusuz, gelemeyecek durumda olanlara talepleri üzerine evden ödeme yapılıyor. Nüfus cüzdanını uzattı, doğum tarihi kısmına 00/00/1923 yazıyordu. Şaşkınlığımı görünce cumhuriyetin kurulduğu yıl doğmuşum, öyle yazmışlar şeklinde açıkladı. Kargo pantolonun üzerine kısa kollu kareli bir gömlek giymişti. Aksesuar olarak bel çantası ve modern bir güneş gözlüğü takıyordu. 85 yaşımdayım ama gelebilecek durumdayım, gerek yok o zaman dedi. Müfide Hanım geldi aklıma, dün de sizin gibi dinç bir bayan geldi 82 yaşındaymış, maşallah siz de yaşınızı hiç göstermiyorsunuz dedim. Çapkınca gülümsedi, siz de hiç göstermiyorsunuz küçük hanım dedi. Ben şaşkın, o çapkın hiç göstermiyorsunuzlaştık. Güneş gözlüğü hala gözünde olduğundan gözlerini göremedim, ne demek istediğini anlayamadım. Bir anlık sessizliğin ardından aniden kalktı, masamın yanında koca bir dağ oldu, yaşını göstermemenin hakkını veren çevik adımlarla gitti.

Ondan sonra 86 yaşında bir bayan geldi, üç yere üç farklı imza atması dışında bir sorunu yoktu. Ondan sonra Gülendam Hanım geldi, bana kredi vermiyorlar diyerek sitem etti. Yüzünde ilk dikkat çeken cildinin kırışıklarıydı. Zaman dik duruşundan, gür sesinden, enerjisinden bir şey eksiltemeyince hıncını yüzünü haritaya çeviren kırışıklıklarla almış sanki. Anlatıyor da anlatıyor, benim 61 yıllık hizmetim var, hemşirelikten emekliyim, hayatta kredi kullanmadım, maaşım var, ilk kez bir yakınımın ihtiyacı oldu, oğlu hapse girdi, ona vermek için kredi istedim, benim yaşımdakilere kredi verilmezmiş dediler. Nüfus cüzdanına baktım, 1919 doğumlu olduğunu görünce içimden yuh dedim. Kredi alınırken zorunlu olan hayat sigortasından ve onun yapılabileceği yaş limitinden bahsettim. Yapılabilse bile priminin çok yüksek çıkacağını söyledim. Ona söylemedim ama sigorta şirketimiz 85 yaşın üzerindeki insanların her an ölebileceğini düşündüğünden onlara hayat sigortası yapmıyor. Oysa Gülendam Hanımın hiç de her an ölecek gibi bir hali yoktu, Allah kaza vermesin, rahatlıkla dalya diyecek gibi duruyordu. Açıklamamı dinledikten sonra fazla ısrar etmeden gitti. Camın önünden geçerken onu izledim. Kırışıklıkları dışında 60 gösteren 89 yaşında bir bayan, kapri pantolonun üzerine tünik gömlek giymiş, ensesinde yaptığı atkuyruğunu kumaş kaplı bir topuza çeviren bir toka takmış, arkasını fötr şapkalar gibi kıvırdığı yazlık şapkasının siperliğini gözüne güneş gelmeyecek şekilde ayarlıyordu.Modası geçmiş geri gelmiş büyük güneş gözlükleri gözündeydi ancak yere değil ileriye baktığını anladım.

04 Haziran 2008

Müfideciğim

Kaç gündür size Müfideciğimden bahsetmek istiyorum, fırsat bulamıyorum.

Müfide Hanım bankamatik kartının süresini uzatmak için torunuyla geldi pazartesi günü. Torunu fotokopilerini çekerken maaşının ne kadar olduğunu sordu. Kartını torunlarına veriyormuş, ama vekaletimi vermiyorum, ben öldükten sonra maaşım devlete kalsın istiyorum dedi. Zaten öyle oluyor teyzecim dememi beklemeden devam etti: kızım tam 82 yaşımdayım, gözlerim görüyor, kulaklarım duyuyor, ayaklarım tutuyor, tansiyonum yok, şekerim yok, kolestrolüm yok, lise mezunuyum, başkalarının makineyle yaptığı hesapları ben aklımdan yaparım... Bir de neşeli! Hayran kalmamak elde değil. Sonra uzanıp elimi tutuyor ve dua kısmına geçiyoruz. Elim elinde o söylüyor ben amin diyorum: elimi tuttun ya benim sağlığım sana geçsin, Allah sana nurtopu gibi, hayırlı bebeler versin, Allah sana kıymetini bilen bir eş versin, Allah kaderini güzel eylesin, yolunu açık eylesin, Allah sana bereketli kazançlar versin, dua önemlidir kızım, Allah ne muradın varsa versin... Onunla birlikte ben de neşeleniyorum ve 'Teyzecim böyle sağlıklı uzun yaşamak için ne yaptın, bize de söyle biz de yapalım' diye soruyorum. Bir an durup cevap veriyor; hep iyilik düşündüm iyilik yaptım kızım. Bu anlamlı cevabın üzerine bir sessizlik oluyor. Torunu gelmiş formunu doldururken çocuklarının, eşinin, babasının, tüm kardeşlerinin isim ve soyisimlerini söylüyor, ne iş yaptıklarını nereden emekli olduklarını anlatıyor. Üç ağabeyi de üniversite bitirip devlete hayırlı işlerde çalışmışlar, kendisi liseyi bitirmiş, gençliğinde çok güzelmiş, konfeksiyon giyermiş, o ne giyse moda o olurmuş. Eşi de gençliğinde çok yakışıklıymış, o çalışmış kendisi çocuklarını büyütmüş, çocuklarının hepsini okutmuş.

O konuşuyor, ben onu izliyorum. Soyut desenli ince kumaştan bir başörtüsünü çenesinin altında usulen bağlamış ve onun hakim renginde bir pardesü giymiş, dimdik oturuyor, bir tek ön dişlerini kaybetmiş, alt çenesinde sadece ortadaki iki dişi kalmış, konuşmasını biraz s ağırlıklı sürdürmesi dışında etkilemiyor, şivesiz ve bütün cümlelerle konuşuyor. Sağlık durumunu anlatırken fazla kilom da yok dese yeri olan sade, minyon bir hanım, işlemi bitince torunuyla birlikte teşekkürler ederek ayrılıyor.



O gidiyor, gişedeki arkadaşlardan biri ardından hava almaya çıkıyor. İki adımlık mesafede eşinden maaş bağlanan bir bayanın ilk maaşını almaya geldiğini bir yandan da eşini kaybetmekten ötürü üzüntüsünü anlattığı için bunaldığını söylüyor. Bayanın eşi çöpçüymüş, bir akşam çöpleri çöp arabasına boşaltırken konteynırdan kafası kesilmiş bir adamın cesedi düşmüş ve eşi kalp krizi geçirerek oracıkta vefat etmiş. Kadın niye benim kocama denk geldi de ben dul kaldım diye kafası kesik adama sitem ederken arkadaşım her işte bir hayır vardır diyerek onu teselli etmiş. Böyle bir durumda ne denir ki dercesine bakan arkadaşıma, umarım adamın kesik kafası da başka bir yerde başka birini dul bırakmaz ve o da yine sana denk gelmez diyerek teselli ettim. Hiçbirimiz adamın kafasının niye kesildiğini, bedeninin niye çöp konteynırına atıldığını düşünmedik.