31 Ocak 2009

Çeşitlerimiz Daima Taze, Temiz ve Nefistir

Yazıyor yanıbaşımda duran ve içindeki leblebileri atıştırdığım kesekağıdının üzerinde ve ben aynen bizim yazı çeşitlerimiz gibi diyerek tamamlamak istiyorum. Tamam buraya yazdıklarım taze, ancak temiz uygun bir sıfat mıdır, ve nefis kime göre neye göredir, ayrıca kimin umurundadır, bu hayatımızı değiştirecek bir soru mudur vs. vs. Kesekağıdının diğer yüzünde Tarihi Vefa Leblebicisi ve Kuruyemişcisi yazıyor ki zaten kendisi bugün Vefa Bozacısına uğramadan önce 1 liralık leblebi almak için ziyaret ettiğimiz leblebici olur. Açıkçası kesekağıdının üzerini okuyana kadar ben orasını Vefa Bozacısının karşısındaki leblebici olarak tanıyordum, meğer o da Vefa Bozacısı kadar tarihi ve ünlü imiş...

Boza doyurucu bir kış içeceği. Vefa Bozacısının Vefa'daki -doğal olarak- yerini geçende haritaya bakarak bulduk gittik ve öğrendik ya, zırt pırt gidiyoruz. Marketlerde boza diye Vefa Bozacısı markası ile 1 litrelik plastik şişelerde satılan ve şansına göre ekşi ya da çok katı çıkabilen sıvı hikaye! Asıl olay karşıdan sıcak leblebi alıp taze taze yerinde içmek. İsteyene plastik kaşık da veriyorlar ama bence o da olayı bozan unsurlardan. Bardağı kafana dikip akmasını beklemek boza içmenin raconunda var ama günümüzde nerede ve kimde o sabır?!

Neyse, ben aslında dün akşamki garsonları anlatacaktım, kesekağıdı dikkatimi dağıttı. Cumaları dans etmeye gittiğimiz bir yer var. Geçtiğimiz yaz başladı latin gecelerine, açıkhavada geniş bir pisti ve süper bir diceyi olduğu için yazın en kalabalık en hip en in mekanıydı, söylentiye göre 400 kişinin geldiği oluyordu ve tabi bu ne oturacak ne de dans edecek yer olmamasını ve piste baktığında sadece kımıl kımıl kafalar görülmesini açıklıyordu. Velhasıl havalar dışarıda dans edilemeyecek kadar soğuyunca süper dicey içerideki bir salonda çalmaya ve biz de içeride dans etmeye başladık. Daha küçük bir alandayız ama bir köşede hoş bir şömine yanıyor, elini kaldırdığında çarptığın ilginç ışık düzenleri var, tavanlar yüksek halbuki şeklinde eksiler artıları götürüyor mu, yok o üç yanlış mıydı bir doğruyu götüren... Olan her ne ise bizi oraya gitmekten alıkoyamıyor ve neredeyse her cuma işten çıktıktan sonra eve gidip, yemek yiyip, belki biraz uzanıp, ne giysem diye düşünüp, hazırlanıp, hazırlanırken latin dinlemeye, ısınmaya ve hatta dans etmeye başlayıp soluğu orada alıyorum. Orada dediğimin farkındayım bu arada, bilen nasılsa biliyor, bilmeyen de benim anlatacağım garsonları ve dans eden güzel kızları izlemek için gitmesin diye özellikle yazmıyorum.

Ne kadar uzatıyorum lafı, ben bile hayret içindeyim. Nasıl yazacağımı bilmiyorum, belki ondandır. Neyse, gittiğimiz bu yerde doğal olarak görevli insanlar var. Seni karşılıyorlar bir masaya yerleştiriyorlar, ne içmek istediğini soruyorlar, sonra siparişini getiriyorlar, arada kül tablasını boşaltıyorlar, çerezini yeniliyorlar vs. Sanırım onlara garson deniyor ve işlerini layığıyla yapıyorlar. Mesela başka bir dans mekanında neredeyse müşteri sayısı kadar garson vardı ve sürekli masaların aralarında dolaşırlardı ve gözleri hep pistte olurdu, müzik de yüksek sesle çalındığından ondan birşey isteyeceğin zaman dikkatini çekmek mümkün olmazdı, özetle hiçbirşeye yaramadıkları gibi bir de pisti görmene engel olan bir kalabalık! Neyse, bizim garsonlara dönelim, gerçekten işlerini layığıyla yapıyorlar, kesinlikle ayakaltında dolaşmıyorlar ve bu nedenle onlara dikkat etmiyoruz. Etmiyordum, ta ki birini barın yanında diğer iki arkadaşına 'işte böyle' diyerek bir dansçıyı taklit ettiğini görene kadar! Durduğu yerde yaptığı abartılı bir beden kıvrılmasıydı, işyerinde işbaşında! Ve izleyen arkadaşları da ona cesaretinden ötürü mü yoksa onu yetenekli buldukları için mi yoksa dans gecelerinde görevlerinin yanı sıra bir de dans edenlerin nasıl dans ettiklerini izleyip, konuşup, yapmaya çalıştıkları için mi bilmem, işyeri için taşkın sayılabilecek bir neşe ile karşılık verdiler.

Bu sahneyi gördükten sonra dikkatim tamamen onlara yöneldi ve gecenin kalanında onları gözlemledim. Üç kişiydiler, ikisi beyaz gömleklilerden -beyaz gömlekli başkaları da vardı- biri de tek siyah gömlekliydi sanırım o daha sorumluk taşıyan bir konumdaydı. Sonuçta bu üç garsonumuz, iş icabı geceler boyu latin müziğine ve dansına maruz kaldıkları için latin ateşi kanlarına nüfuz ettiğinden olsa gerek, büyük bir dikkatle dans edenleri izliyorlar. Dans edenler derken, kendi başına shine yapmaktan hoşlanan ve incecik fiziğiyle adeta dansı kendisine muhteşem bir giysi gibi giyen bayan dans hocasını ya da diğer güzel bayanları değil, dans eden erkekleri izliyorlar. Beyaz gömlekliler merdivenin alt basamaklarında iki yandaki trabzanlara dayanmışlar, komik dans eden birini gözleriyle işaret edip birbirlerine bakarak kaçamak gülüyorlar, iyi dans eden birine işte bu dercesine kaşlarını kaldırarak onaylıyorlar, birisi birşey istediğinde gülümseyerek bara gidiyorlar, gülümseyerek servis yapıyorlar ve gülümseyerek trabzanların yanındaki yerlerini alıyorlar. İçlerinden neşe taştığı görülüyor, sanki en mutlu anını yaşıyormuş gibiler. Siyah gömlekli diğer yanda, bir bar sandalyesine yan oturmuş, bir dirseğini sandalyenin arkalığına çenesini de eline dayamış adeta kilitlenmiş bir şekilde izliyor.

Müzik değişiyor, bachata oluyor, salsa oluyor, cha cha oluyor ve gecenin sonuna doğru herkesi ayaklandıracak neşeli bir merengue çalmaya başladığında garsonlar tarafında da birşeyler olacağını hissediyorum. Diceyin çabasıyla o ana kadar piste çıkmamış utangaçlar da çiftler halinde sıraya giriyorlar. Her çift yan yana durup ellerini yukarıda birleştirerek pisti boylu boyunca kaplayan bir koridor oluşturuyor ve koridorun ucundakiler dans hocalarının önderliğinde onun gösterdiği hareketleri tekrarlayarak o koridorun içinden geçiyor. Koridoru oluşturanlar her adımda yana kayıyorlar ve sıra kendilerine geldiklerinde onlar da el ele, çömelerek, emekleyerek, geri geri ya da kendi etraflarında dönerek koridorun içinden geçiyorlar. Herkesin yapabileceği ve eğlenceli bir dans, başı sonu, alengirli bir kuralı yok. Öyle eğlenceli ki bir an garsonları unutup dans edenlere dalıyorum ve birden koridorun içinde ilerleyen kimleri görüyorum?! Evet bildiniz, siyah gömlekli diceyle, beyaz gömlekliler de birbirleriyle eş olmuş dans ederek geçiyorlar! Yüzlerinde 'yaşasın biz de dans ediyoruz' neşesini okumak zor değil. O an anlıyorum ki dünyada dans etmekten sonraki en keyifli şey, coşkuyla dans eden birini izlemek.

Aklıma yıllar önce Pariste girdiğim yeni yılda geceyarısından sonra müşteriler gitmeye başladığında cezayirli garsonların ses sistemini ve dans pistini ele geçirdiği ve dansın ne olduğunu gösterdikleri şov geldi. Sanki o saate kadar çalışmak onları yormamış gibi dans ediyorlardı. Evet bunu Paris gördüğümü cümle aleme bildirmek için yazdım ama lütfen fotoğraf ile kanıtlamaya zorlamayın, dijital fotoğraf makinelerinin henüz yaygınlaşmadığı zamanlardı...

Neyse, bizim garsonlar bir kere piste kendilerini atarak şeytanın bacağını kırdılar. Bir gece ansızın işi bir kenara bırakıp kendi şaynlarını yapmak, ve hatta birbirleriyle kapışmak üzere bizi pistten süpürebilirler. Böyle birşey olur mu olmaz mı bilmiyorum ama olabileceğini düşünmek hoşuma gidiyor. Onlara dair hikayeler uydurmak istiyorum, hikayelerin sonunda onların hep iyi bir dansçı, belki tanınmış bir dans hakemi, ya da yarışmacı oldukları, dansın coşkusunu bir kere yaşadıktan sonra bir daha bırakmadıkları güzel hikayeler...

Neyse, cumaları dansa ve garsonları teftişe devam. Bakalım hangi hikayeler hikaye olarak kalacak hangileri gerçek olacak...

29 Ocak 2009

E Merhaba!

Uzun zamandır yapmak istediğim ve ertelediğim işlerin başında sevgili bloguma çekidüzen vermek geliyor. Daha sık yazmak ve yazdıklarımı beğenmek istiyorum. Ocak ayı bitti ve ben bu işe başlama gayretini ancak şimdi bulabiliyorum. Sanırım bu da benim değil, dinlediğim subliminal telkinlerin yaptığı, yapmamı sağladığı bir şey. Olsun, önemli olan sonuç.

Evet, bu telkin içeren müzikleri iki hafta önce annem sayesinde buldum. Geçen hafta sonu gardırobun kapılarını bir iki kere açıp, içine pis pis bakıp, kapatıp, tekrar açıp, gerilerde neler olduğunu görebilmek için parmaklarımın ucunda yükselip, aklımdan iyi bir düzenleme yapmalı düşüncesini geçirdiğim birkaç günün ardından ansızın bütün kazakları aşağı indirdiğimde, bu hareketin ardından böyle bir atağın geleceğini anlamıştım. Evet bütün kazakları, trikoları, tişörtleri, dolabın içinde katlı duran her şeyi döktüm, uzun zamandır giymediklerimi ve giymeye niyetimin olmadıklarını ayırdım. Uzun zamandır giymemiş olmakla birlikte artık giymeye karar verdiklerimi tek tek inceledim, kokladım, denedim, yıkanacakları ayırdım, diğerlerini mağaza raflarındaki gibi katladım: kazak yüzüstü yatırılır, iki yanından iki dikey kat arka ortada birleştirilir, kollar katlara paralel yerleştirilir, kazağın boyuna göre enine ortadan ikiye yada üçe katlanır. Ters çevrildiğinde ta taam! Bu şekilde katladıktan sonra askılıları, kolsuzları, kısa kolluları ve uzun kolluları üst üste koyup yan yana sütunlar halinde dizdim. Aklımda çekmecelere benzer bir uygulama yapmak vardı. Siyah ve renkli çamaşırlar, beyaz ve ten rengi çamaşırlar, uzun ince çoraplar, pantolon çorapları, soket çoraplar, pijamalar, Allahım daha nasıl gözünü çıkarabilirim dolap düzenlemenin sorusunu sormadan halihazırda geçirdiğim sürenin 2 saat olduğunu fark edince durdum. Zaten saydığım her unsur kendi çekmecesinde duruyor, sadece görmeyi arzu ettiğim düzende değiller, sanırım buna bir süre daha katlanabilirim diye düşündüm. Katlanabilir miydim? Sonuçta bir oturup bir kalkmaktan, ayakta parmakucumda ellerim havada yükselerek geçen iki saatin ardından belime yerleşen ağrı ile çekmecelerin dağınık kalmasına katlanmak arasında bir seçim yapmam gerekti. Tamam, kabul, çekmecelerim, modern sanat, raflarım daha konservatif daha naif bir sanat eseri olsun, ben de pilates topunda bir sırt üstü bir yüzüstü devrilerek sırt kaslarımı esneteyim. Buna katlanabilirdim işte! Katlanmak ne demek? Bu zevkle kabul edeceğim bir çözüm olur ve oldu.

Sonra bugün, öncelikle hayatıma yeni giren her şeyi böyle bayıltırcasına anlatmak, yazmak isteğiyle uyandım diyeceğim, yalan olacak. İlginç bir şekilde uyandığımda ya da uyandıktan işe başlamadan önceki zaman diliminde kendimi şarkı söylerken buluyorum. Güzel bir gelişme. Onun dışında sabahları zınk diye kalkmayı isterdim. Henüz öyle bir şey yok. Tek değişim, saat çalmadan önce kendiliğimden gözlerimi açmam fakat saatin çalmasına daha vakit olduğunu görünce kapatıp uykuya devam etmem ve saatin çalması ve sonrası aynı: çalan saati 8 dakika sonra tekrar çalacak şekilde susturmam ve bunu üç kere yapmam ve yine koşturarak hazırlanmam ve servise kıl payı yetişmem… Belki sabahları çalar saatle kalkmayı bırakmam gerek. Hatta başucumdan saati toptan kaldırabilebilirim, böylece uyanıp saatin erken olduğunu görüp tekrar uyumamış olurum.

Bunları anlatmayacaktım, yazmaya başlayınca spontane olarak gelişti. Henüz okumadım, okuyunca beğenecek miyim bilmiyorum. Yazdıklarımı beğenmeyi neden bu kadar önemsediğimi de bilmiyorum. Ya da ne zaman beğenmemeye başladığımı… Ancak bu gelişmeleri olumlu yorumluyorum. Belki eve gidince zen tarot kartlarına da sorabilirim. Nasılsa onlara sorduğum soruların saçmalığında herhangi bir sınır yok. Sevgili zen tarotu kartları, spontane bir şekilde yazmaya başlamamın ardındaki derin gerçek nedir? Hahaha..

Neyse, bu yazı yazma konusuna umutsuzca takık olduğum bir zaman diliminde araştırdım. Söyle gugıl dedim, nasıl yazar olunur ve karşıma yazaratolyesi çıkmaz mı? Okudum, oradan besinimi aldım, hala da alıyorum. Sonra gugıl dedim, işin daha bitmedi, yazı nasıl geliştirilir, bir bakıver ve karşıma atakansonmez’in benimblog sayfası çıkmaz mı? Sayfanın bağlantısını şimdilik veriyorum ancak içerik foruma taşındığı için burada sonsuza kadar kalacağına çok güvenemediğimden yazı geliştiricinin orijinal ve çeviri metnini buraya -buraya nereye?- kopyalıyorum. Bu sayfayla ilk karşılaştığım anı hatırlamaya çalışıyorum. Sanırım annem bana forumun adresini göndermiş ben de kilo verme müziklerini dinlemeye başlamıştım. Bir de yazı yazmayla ilgili olanı gördüğümde dehşete düşmedim, sadece dertlerimin devasının aynı adrese çıktığını anlayıp vaauv demişimdir. Zaten forumda bu metnin yer aldığı ücretsiz bir müzik yok, ya da ben rastlamadım. Ve zaten kendinizi bombardımana tutmayın, konuları sırayla dinleyin öneriliyor.

Neyse, ikidir neyse ile başlıyorum paragrafa, farkındayım. Bunu fark edince yine neyse demek geliyor içimden. Koyuvermiş günümde miyim neyim! Ay bunun üzerine de neyse diyesim ve koca bir kahkaha atasım geliyor. Hahaha! Yazmanın iyi tarafı bu, yazmaya başlayana kadar kıvranıyorum, başladıktan sonra da eğleniyorum ve buna değdiğine hükmediyorum. Konuyu dinlediğim telkinlerin etkilerine getiremedim bu arada, onun da farkındayım…

Evet, dolabımın içi kadar olmasa da biraz toparlanayım. Bir akşam bilgisayarı açtığımda annemin offline mesajı beni karşıladı. Bana bir iki internet adresi göndermişti ve onlardan biri buydu: hayatimdegisti.com Bunu annem sayesinde öğrendiğimi özellikle belirtmek istiyorum ama nedenini bilmiyorum. Nedenini bulmakla şu anki konuyu dağıtmak istemiyorum. Dediğim gibi, bağlantıyı annem gönderdi, herkesin böyle bir annesi olması gerekir. Ama o sadece benim ve ağabeyimin annesi, dolayısıyla böyle bir annesi olmayanların ne halde olduğunu yüz yıl düşünsem bile bilemem. Ama bu onların sorunu, bu konu üzerinde yüz yıl falan düşünmem.

Konuyu dağıtma konusundaki becerimi hayretle fark ediyorum. Bu da telkinlerin bir etkisi mi acaba? Hadi yeni bir paragrafa başladık, inşallah burada toparlarız. Yaptığım şey basit, adresteki bütün bilgileri, forumu, forumdaki rehber kısmını okudum, ücretsiz müzikleri indirdim ve gece gündüz onları dinliyorum. Dinlediğim metinler site sahibinin önerdiği suçluluk, ego güçlendirici ve kendimce ihtiyaç duyduklarım, kilo verme, topluluk karşısında konuşma ve zinde uyanma. Doğa sesi versiyonlarını gece boyunca çalacak şekilde ayarlayıp uyuyorum, ki kafadan 7 saat eder. Klasik müzik ve new age versiyonlarını da usb ile bilgisayara bağlanıp minik hoparlörü ile en azından bilgisayarın başındakinin duyabileceği kadar dışarıya ses veren eski, basit mp3çalarımla işyerinde dinliyorum, o da bir 7-8 saat eder. Ve bunu iki haftadır yapıyorum.

Bunu yapıyorum da ne oluyor? Efendim kendimde gördüğüm ilk etki, müziği ilk kez çalmaya başladığım anda hissettiğim hafif bir baş ağrısıydı. Ne hoş bir başlangıç, değil mi? Bunları dinleyin, muhteşemler, hafif ve sürekli bir başağrınız olacak ve yeni bir siz! Neyse ki şu anda böyle bir etki hissetmiyorum, demek ki baş ağrısı hafif ve de geçici, fani, üzülmeye değmez yani. İkincisi tokluk hissi oldu. Kilo verme ada metninde yer alan her şey dinlediğim ikinci günden itibaren hiç zorlanmadan kendiliğinden oldu desem yalan olmaz. Dehşet kilolu olmamama rağmen yapışmış birkaç kiloyu verme isteğindeydim ancak bunun için yaptığım her şey ters tepiyordu ve tartıda 61,5un altını uzunca bir süredir görmemiştim. Fakat iki haftadır her tartıldığımda bir öncekinden daha düşük kiloda çıkıyorum ve bu çok hoşuma gidiyor. Bu sabah tartıldım, 60,0 kilogramım. Güzel tarafı kendimi hiç aman şunu yemeyeyim şeklinde kısıtlamadım. Kendimi yemek saati gelmesine rağmen öyle tok hissediyorum ki canım ne yemek istiyor diye uzunca düşünmem gerekiyor. Ve sağlıklı seçenekler tercih ediyorum, yemek aralarında hiç atıştırma ihtiyacı duymuyorum, rahatlıkla öğün atlıyorum ve çok daha yavaş yiyorum çok daha çabuk doyuyorum ve bütün bunların sonucu olarak hiç fark etmeden kilo veriyorum. Üstüne üstlük kendimi çok hafif, ince ve tok hissediyorum. Bu hissi sevdim.

Üçüncü etki daha çok susuyorum. Daha önce de çok su içerdim ama şimdiki susuzluğum daha şiddetli oluyor. Dördüncüsü, daha dik olduğumu fark ettim, kamburum çıktığında kendimi rahatsız hissediyorum. Sesim daha çok çıkıyor, söylediklerim daha çok fark ediliyor. Normalde birisi aniden bir şey sorduğunda başka bir şey düşünüyor olduğumdan ya da zihnim daha hızlı düşündüğünden teklerdim ve bir an bile sürse bu hiç hoşuma gitmezdi. Şimdi böyle anlar yaşamıyorum. İnsanlar hakkında daha önce aklıma gelen şeyleri söylemezken, şimdi tanımadığım insanlar bile olsalar kendimi aklıma gelen güzel şeyleri söylemiş buluyorum ve iyi tepkiler alıyorum. Sanırım bu konuda yaşadıklarım topluluk karşısında konuşma metnindeki diğer detayları da doğrular nitelikte.

Daha önce ertelediğim şeyleri yapar olmayı da bunun etkisi olduğunu düşünüyorum. Çünkü programlı olma adına bir sürü şey düşünüyordum ve onları yapmak yerine düşünmeye devam ediyordum. Ama şimdi bir anda düşünmeden yapıyorum. Bakınız hayatımın devamı sanki buna bağlıymışçasına yaptığım dolap düzenlemesi ve burada anlatarak okuyanı öldürmek istemediğim diğer şeyler.

Bir de kendimi gülümseyerek yürürken, şarkı söylerken buluşum var ve bunu artan iç huzurum olarak algılıyorum. Ve tabii bunları yaşadığım için iki haftadır karşıma çıkan herkese bu siteden, dinlediğimden ve etkilerinden bahsediyorum! İlginç bir şekilde insanların tamamı kuşkuyla yaklaşıyor ve kilo vermek gibi somut sonuçlar bile birçoğunu ikna etmeye yetmiyor. Böylece ne kadar hevesli ve saf olduğumu fark ediyorum. Eh bu da iyi bir şey olsa gerek…

Hissettiğim bütün etkiler okuduğum kadarıyla beklenen etkiler. Yani henüz bir seri katile dönüşmediğim gibi, rahatlıkla dönüşebileceğim durumlarla karşılaşmama rağmen eskisi gibi kızmayıp, ne ilginç insanlar var hayretiyle karşılıyorum. Dolayısıyla dinlediğim ancak duymadığım telkinlerde kötü şeyler söylenmediğini çıkarabilirim. Daha az televizyon izler olmak gibi başka etkilerden de bahsediliyor ancak ben zaten televizyon izlemeyen biriyim dolayısıyla bu etkiyi hissedemiyorum, şikayetçiyim hakim bey! Biraz daha esprili ve neşeli miyim aynı zamanda? Sanki evet.

Hayatım değiştinin güzel yanını belirterek kapatmak istiyorum. Ben zaten insanın hayatta istediği her şeyi elde edebileceğine hatta bunu düşünce gücüyle bile yapabileceğine inanan hafif romantik, yerine göre naif ve daima iyimser bir insanım. Hayatımda bunun mümkün olduğunu doğrulayan muhteşem deneyimlerim de oldu, sadece bu umuda sarılarak ayakta kalabildiğim feci deneyimlerim de. Hayatımdaki sanırım ilk büyük değişiklik –aynı zamanda kendime yaptığım en büyük iyilik- hoşuma giden, beni mutlu eden düşünceleri tercih edebileceğimi ve bu düşünceler doğrultusunda yaşayabileceğimi anlamamdı. Çok büyük bir iyimserlik ve coşku hissettiğimi hatırlıyorum. Hoşuma giden şeyleri düşüneyim, hayal bile olsa, o doğrultuda yaşayayım ve olmak istediğim insan olayım. Düşünce mantığım bu şekildeydi ve ben yapıyorsam bunu herkes yapabilir şeklinde devam ediyordu; herkes olmayı istediği insan olabilir –birazcık çabayla! Hayatım değiştinin subliminal telkinlerin farkı, bu süreci bir düğmeye basarmış gibi basitleştirmesi. Bence artık herkes her zaman olmak istediği insan olabilir, basitçe, kendiliğinden ve neredeyse anında!

28 Ocak 2009

YAZMA SANATI Writing Skills

Aşağıdaki ingilizce ve türkçe metinler şu anda www.hayatimdegisti.com adresinde bulunan Atakan Sönmez'in önceki blogu olduğunu tahmin ettiğim http://www.benimblog.com/atakansonmez/14769/Yaz%FD+YAZMAY%DD+GEL%DDST%DDREN+MP3+H%DDPNOZ+SUBLIMINAL+SCRIPT+www.hayatimdegisti.com.html sayfasından alınmıştır. Güncellenmeme, silinme ihtimaline karşılık metinleri korumak için buraya kopyalıyorum.


You love writing. Ideas and stories come easily to you, and you have so many stories and characters, that will take you years to tell them all, and still not tell them all. People, friends and strangers, all enjoy reading what you have written, and they ask you to write more. You want to write more, because you enjoy writing, but you have a few problems that keep you from writing as much or as frequently as you like.


Remember those times, when you were deep into writing a story? You were watching the screen intently, letting your fingers type without watching the keyboard, as the words and actions of your characters were appearing in front of you just as they were transpiring in your imagination? You felt like you were just a conduit, a silent observer recording and dictating what your imagination was showing you. It was delightful, because you knew it was your wonderful imagination that was creating what you were seeing, and you were typing it down as fast as you could, letting it appear in words on the screen in front of your eyes.


Remember the feeling of accomplishment you felt when you finished your story? As you looked at the printed pages, knowing you held the product of your imagination of your mind in your hands, feeling the weight of the paper with the words you wrote? You felt so wonderful that you created this story and that you finished it and were ready to show it to other people.


Remember when your family, your friends read what you wrote and how wonderful you felt as they told you how much they liked your story and characters? How delighted you were when people were involved with the story and characters, waiting to see how the story was going to go? How they enjoyed the story as you told it and finished it? How proud you were when they told you that it was as good, and usually better than much of what was professionally published?


Feel those feelings of wonder, achievement and satisfaction again, knowing that you have done it before, and you are doing it again. This is why you have decided to use self-hypnosis. You know hypnosis works, because you have seen it improve your memory and give you a better attitude to life and other people. Now you want to use hypnotism to help you enhance your writing skills. That is what we are doing here now.


You are not learning anything new here. Everything I am telling you to do, are things you can and have done already. You simply wish to make it easier for you to do these things again.


Your mind is a wonderful, creative tool. You have wonderful, deep characters that people care about, and you have stories that delight and surprise your readers. You know what stories that the characters get involved in, and the way the stories develop can even surprise you, as you learn about the stories even as you write them, yet they follow your expectations, following the outline and story ideas that you originally thought up.


Sometimes the path of the story isn’t clear. When that happens, you just close your eyes for a few minutes and relax. As your mind relaxes, your mind will clear, and the details of the story will come, fully detailed and fleshed out, only requiring you to write it down.


As you sit down and prepare to write, you take a moment to relax and focus yourself for the task. An enjoyable task but still one that requires you to think about what you will write and what the end product will look like. As you consider where you are in the story, the scene will appear in your mind and the characters start moving.


Imagine you are on a movie set. You decide what scene will be played out and the set designers decorate the stage. Then the actors come out, fully dressed and in character, their lines memorized. You call out for action, and watch as the characters come alive on the stage within your mind, and as you watch and listen to them, you begin to type, recording their movements, their sounds, their appearance, and their words like a movie camera records the actions and speech of the actors in a movie.


The words flow through your mind, down through your arms and fingers, where they tap the correct keys to spell out each word in the proper order. You watch the screen in front of you, watching as the words that appear match the scenes that play out in your mind.


There is no hesitation in your typing. You are simply describing the scenes in your mind, and dictating the character’s words and motions. You have done this in the past, and revel in the sensation as you see the characters move and perform in your mind, and you do it again. As each scene in the story is played out, you write it down, typing it into the computer as fast as it happens in your mind, clearly, accurately typing each word of the story. It flows though you and onto the screen in front of you. Your eyes watch the screen, watching each word appear as you type it.


Your fingers and hands know how to type the words that come into your mind. You know, in the past, when you have been writing for a while, that you did not watch your fingers and hands. The words just appeared on the screen in front of you because you know how to type. You have been typing for years. No longer do you need to watch your fingers type the letters. They can type automatically. You only need to relax and let your trained fingers do the typing as you watch the story you have in your mind unfold with the words appearing on the screen, almost magically, as your fingers unconsciously type the letters that form those words.


You know how to type and spell, and your fingers do as well. You have no need to watch them. Trust your fingers to type out each word correctly on the keyboard. You have been using these keyboards for years, and have typed a lot of stories with them. Just relax, and watch the screen, and trust your mind to tell your stories, and trust your fingers to type the words so that others may read your stories.


Always remember that people like to read your stories. Your friends, your family, and even strangers have read your stories and loved them. They have, many times, asked for more. You want to write more and you are writing more. You are also writing easier and faster than ever before.


Your mind knows what a good story is, and what a bad story is. You know the difference, and you know you write good stories. Not just because you think they are, but because others have told you. You know they like your stories because they have become involved with the characters. They care about the characters, and they love the stories that the characters are in.


Not every story is perfect, but when you go over it, you can see the problems and rewrite sections to fix the problems. You don’t worry about what you are typing if is good or bad. The good you will keep, the bad you will fix. It’s important to keep writing to get the story finished, then you can work over the story to make it better.


Some things you know you will have to rewrite again, but you know that the story is good, and all you need to fix is the way the story is told. It’s important that you write the story. Some parts will be hard, but all you need to do is relax, and let your wonderful mind solve any problems you have, and then you start writing again.


So remember this, each time you sit down to write. You trust yourself, your mind to tell interesting stories with great and diverse characters. You trust your fingers to type in your stories into the computer, making your writing easy. You have confidence in your stories, knowing that people want to read them. You want them to read your stories, and you want to write them. Have fun in writing, knowing you do write because you love writing, and that is the only true reason you need.




YAZMA SANATI-TÜRKÇE
Yazmayı seviyorsun. Düşünceler ve öyküler kolayca aklına geliyor ve sen hepsini anlatman yıllar alacak kadar pek çok öykü ve karaktere sahipsin, ve onlara hala hepsini anlatmıyorsun. İnsanlar, arkadaşlar ve yabancılar, hepsi de yazdıklarını okumaktan hoşlanıyor ve senden daha fazlasını yazmanı istiyorlar. Daha fazla yazmak istiyorsun çünkü yazmayı seviyorsun, ancak yazmaktan hoşlandığın kadar seni yazmaktan alıkoyan ufak tefek problemlerin de var.

Yazmaya yoğunlaştığın zamanları hatırla. Kelimeler ve karakterlerin hareketleri tam da hayal gücünde canlanmaya başladığı sırada önünde görünmeye başlıyorlardı ve sen, parmaklarının klavyeye bakmaksızın yazmasına izin vererek sahnede onları izliyordun. Kendini, hayal gücünün sana gösterdiklerini kayıt eden, belirleyen sessiz bir gözlemci, bir kanal (conduit) gibi hissettin. Zevkliydi çünkü biliyorsun ki bu senin, gördüğün şeyleri yaratmanı sağlayan muhteşem hayal gücündü ve sen onun, gözlerinin önündeki sahnede kelimelerle görünmesine izin vererek olabildiğince hızlı bir biçimde yazıyordun.

Öykünü bitirdiğin sıradaki başarıya ulaşma duygunu hatırla. Zihninin kontrolünde olan hayal gücü ürününe sahip olduğunu bilerek, yazdığın kelimelerinle doldurduğun sayfanın ağırlığını hissederek, yazılmış sayfalara baktın. Öylesine mükemmel hissettin ki bu öyküyü yarattın onu tamamladın ve artık onu diğer insanlara göstermeye hazırdın.

Ailenin ve arkadaşlarının yazdıklarını okuduklarını ve onların sana yazdığın öyküyü ve karakterleri okurken ne kadar keyif aldıklarını anlatırken kendini ne kadar mükemmel hissettiğini hatırla. İnsanlar, öykün ve karakterlerinle yoğun bir ilişki halindeyken, sana öykünün nasıl devam edeceğini sorduklarında nasıl keyif aldığını hatırla. Öykün hakkında konuşurken ve onu bitirdiğinde insanlar nasıl da beğenmişlerdi. Onlar yazdığın öykünün, profesyonel olarak yayınlanmış kitaplar kadar hatta onlardan daha da iyi olduğunu söylediklerinde nasıl da gururlandın.
Mükemmellik, elde etme ve başarı duygularını, daha önce de yaptığını yeniden yapmakta olduğunun bilincinde olarak yeniden hatırla. Çünkü sen kendi kendine hipnozu kullanmaya karar verdin. Hipnozun çalıştığını biliyorsun, çünkü hafızanı geliştirdiğini ve sana ve diğer insanlara daha iyi bir yaşam alışkanlığını kazandırdığını görüyorsun. Şimdi yazma yeteneğini geliştirmene yardım edebilmesi için hipnotisizmi kullanmak istiyorsun. Bu bizim şu anda yaptığımız şey.
Burada yeni hiçbir şey öğrenmiyorsun. Sana söylediğim her şey, zaten yapabildiğin ve yaptığın şeyler. Sen sadece, bu şeyleri yeniden yaparken daha kolay bir biçimde yapmayı diliyorsun.

Aklın mükemmel, yaratıcı bir araç. Sen, insanların ilgilendiği mükemmel ve yoğun karakterlere sahipsin ve sen okuyuculara keyif veren ve şaşırtan öykülere sahipsin. Karakterlerinin de içine karıştığı öyküleri biliyorsun ve öykülerin gelişim biçimi seni bile şaşırtabiliyor, öyküleri yazdığın kadar onları öğreniyorsun da. Yine de onlar senin beklentilerini karşılıyor, senin orijinal bir biçimde geliştirdiğin taslağa ve öyküye uygun bir biçimde devam ediyor.
Bazen, öykünün gidiş yolu açık değil. Böyle bir durumla her karşılaştığında gözlerini birkaç dakika için kapat ve rahatla. Zihnin rahatlarken, açılacak, ve öykünün ayrıntıları aklına gelecek, sadece yazman için gerekli olan bütünüyle ayrıntılı ve yoğun bilgiler.

Otururken ve yazmaya hazırlanırken, rahatlamak ve kendini metne odaklamak için bir dakika harcıyorsun. Eğlenceli bir metin ancak hala ne yazacağın ve eserin sonunun neye benzeyeceği hakkında düşünmen gerekiyor. Öyküde nerede olduğunu düşünürken, sahne zihninde canlanacak ve karakterler sahnede hareket etmeye başlayacak.

Kendini bir film setinde hayal et. Sen, oynanacak sahneye ve set tasarımcılarının seti dekore etmelerine karar veriyorsun. Sonra, bütünüyle kostümlü ve ezberledikleri satırlara uygun karakterlere sahip oyuncular çıkıyor sahneye. Oyunu başlatıyor ve zihninin içinde karakterlerinin sahnede canlanmalarını (görünmelerini) seyrediyorsun. Ve sen onları dinliyor ve izliyorken yazmaya başlıyorsun, onların hareketlerini seslerini, görünüşlerini ve sözcüklerini bir film gibi kaydediyorsun. Kamera aktörlerin film içindeki konuşmalarını ve hareketlerini kaydediyor.

Sözcükler zihnine doğru akıyor, aşağıya doğru, uygun bir düzen içinde her bir sözcüğün doğru bir biçimde seçimini sağlayan doğru tuşlara ufak ufak basan parmaklarına doğru iniyor. Önündeki sahneyi izliyorsun, zihninde, oynanan senaryoya uygun sözcükler görünürken sen, seyrediyorsun.

Yazarken en ufak bir kararsızlık yaşamıyorsun. Aklındaki senaryoyu kolayca betimliyor ve karakterler’in sözcüklerine ve eylemlerine yön veriyorsun. Bunu daha önce yapmıştın ve karakterlerin rollerini oynayışlarını ve hareketlerini izlerken, bu duygudan zevk almıştın ve bunu yine yapıyorsun. Öykünün içindeki sahnelerin her biri canlandırılırken sen, onları yazıyorsun, onları zihninde olanlar kadar hızlı bir biçimde ve öyküdeki her sözcüğü açıkça, doğru bir biçimde yazıyorsun. Onlar sana rağmen, önündeki sahneye akıyor. (it flows though you and onto the screen…)Gözlerin sahneyi izliyor, yazmak için her bir sözcüğün görünüşünü izliyor.

Parmakların ve ellerin zihninde canlanan sözcükleri nasıl yazacaklarını biliyor. Biliyorsun ki geçmişte, yazdığın sırada parmaklarını ve ellerini izlemedin. Sözcükler önündeki sahnede hemen beliriverdi çünkü nasıl yazacağını biliyorsun. Yıllardan beri yazıyorsun. Harfleri yazan parmaklarını izlemeye artık ihtiyacın yok. Onlar kendi başına yazabilir. Sahnede beliren sözcüklerle gelişen öyküyü neredeyse büyülü bir biçimde izlerken, senin parmakların bilinçsizce zihnindeki sözcükleri oluşturan harfleri yazarken, sen sadece rahatlıyor ve eğitimli parmaklarının yazmasına izin veriyorsun.

Sözcükleri nasıl sıralayacağını ve yazacağını biliyorsun ve parmakların da yapıyor. Onları izlemeye artık ihtiyaç duymuyorsun. Parmaklarının sözcükleri klavyeye doğru bir biçimde yazması için onlara güven. Bu tuşları yıllardır kullanıyorsun ve onlarla pek çok öykü yazdın. Sadece rahatla, ve sahneyi izle, öykülerini anlatan zihnine güven, ve başkaları okuyabilsin diye sözcükleri yazan parmaklarına güven.
Her zaman insanların senin öykülerini okumaktan hoşlandıklarını hatırla. Arkadaşların, ailen, ve yabancılar bile senin öykülerini okudular ve onları sevdiler. Senden defalarca daha fazla öykü istediler. Daha fazla yazmak istiyorsun ve daha fazla yazıyorsun. Hiç olmadığı kadar kolay ve hızlı yazıyorsun.
Zihnin iyi bir öykünün ne olduğunu ve kötü bir öykünün ne olduğunu biliyor. Sen farkı biliyorsun, ve sen iyi öyküler yazdığını biliyorsun. Öyle olduklarını düşündüğünden değil, başkaları öyle olduklarını söylediğinden. Onların senin öykülerini sevdiklerini biliyorsun çünkü onlar öyküdeki karakterlerle özdeşleşmeye başladılar Onlar karakterlerden eminler ve karakterlerin içinde olduğu öyküleri seviyorlar.

Her öykü mükemmel değildir, ama onların üstüne gittiğinde (onları incelediğinde: go over), problemleri görebilir ve problemleri düzelterek bölümleri yeniden yazabilirsin. İyi ya da kötü yazacağın konusunda endişe etmiyorsun. İyiyi koruyacaksın ve kötüyü düzelteceksin. Yazmaya devam etmen, öyküyü bitirmen için önemli, öyleyse sen öyküyü daha iyi yapabilmek için üzerinde çalışabilirsin.
Bildiğin bazı şeyleri yeniden yazmak zorunda kalacaksın, ama bildiğin gibi öykü güzel ve düzeltmek istediğin şeyler öykünün konuşulan biçimi. Öyküyü yazman önemli. Bazı bölümler zor olacak, ama bütün yapman gereken rahatlamak, ve mükemmel aklının, karşılaştığın herhangi bir problemi çözmesine izin vermek, ve böylece yazmaya yeniden başlıyorsun.

Öyleyse yazmak için her oturduğunda hatırla. Kendine, sana büyük ve çeşitli karakterlerle dolu ilginç öykülerini anlatan zihnine güven. Yazmanı kolaylaştıran bilgisayara, öykülerini yazan parmaklarına güven. Öykülerinden eminsin, biliyorsun ki insanlar onları okumak istiyor. Sen onlardan senin öykülerini okumalarını istiyorsun, ve onları yazmak istiyorsun. Yazarken eğleniyorsun, biliyorsun ki, yazıyorsun çünkü yazmayı seviyorsun, ve bu ihtiyacın olan tek doğru neden.

15 Ocak 2009

Derki Sayı 30: Kırıklar Üzerine

"Sakın ola düşüp de bir yerini kırma Pınar!" Geçirdiği trafik kazasında biryerini kıran arkadaşimı nasıl olduğunu ögrenmek için aradığımda ilk cümlesi bu oldu. Sanırım kemik kırıkları kalp kırıklarından daha çok can acıtıyor diye düşündüm ilk ve neden böyle düşündüğüme şaşirdım.

Daha bir önceki gün başka bir arkadaşim arkadaşlıklarının ölene kadar sürdüğünü ifade etmek için katolik sözcüğünü kullandığında ilk merak ettiğim, arkadaşi kalbini kırsa da arkadaşlıklarının ölene kadar sürüp sürmediği oldu. Arkadaşlık söz konusu olduğunda kendiminkilerin kalbimin kırılana kadar olduğunu farkettiğimde yine şaşirdım.

Kalp aslında bir kas demeti ve gerçek anlamda kırılması söz konusu değil. Ancak biz kalbimizden gelen şeyler karşilığını bulmadığında, yanlış anlaşildığında, kötüye kullanıldığında ya da sadece kullanıldığında kalbin kırıldığını söylüyoruz. Kemik kırığını yaşamadım hiç, ancak kalp kırıklığını yaşadığım için kendimce tedavi yöntemlerim var. Bu konunun internet deryasındaki yerini merak edip kalp kırık tedavi sözcüklerini içeren bir arama yaptığımda karşima çok ilginç bir yazı çikti.

Kemik kırıkları ile kalp kırıklarını karşilaştırmalı düşünen ilk kişi ben değilmişim. Bir ortopedi merkezi ile bir psikiyatri merkezi eş zamanlı olarak, yarısı ortopedi yarısı psikiatri hastası olan toplam 804 hasta üzerinde, kemik ve kalp kırıklarında iyileşme süreleri, tedavi maliyetleri ve tedavi başarı oranları gibi birçok konuyu araştırdıkları bir çalisma yapmışlar. Detaylarını burada http://www.maksimum.com/saglik/haber/187/172398.php okuyabileceğiniz yazının en çok sonuçları ilgimi çekti:

İlk olarak 402 ortopedi hastasının 399'u iyileşmiş. Kalan üç kişiden biri kaybedilirken ikisinin tedavisi sürüyormuş. Buradan kırılan kemiğin çok büyük olasılıkla iyileşeceği sonucunu çikarabiliriz sanırım. Psikiyatri hastalarında ise 402 hastanın 278'i iyileşerek tedavilerini tamamlamış. Hastalardan biri intihar nedeniyle kaybedilirken 112 hastada orta, 90 hastada kötü sonuç alınmış ve 90 kişinin tedavisi sonlandırılamamış. Yani kalp kırığı söz konusu olduğunda kemik kırığı gibi net konuşamıyoruz, ya iyileşirsiniz ya da iyileşmezsiniz...

Dikkatimi çeken diğer sonuç hastaların anket sorularına verdiği cevaplar oldu. Ortopedi hastalarının %94'ü bu halde de mutlu olduğunu işaretlemiş, psikiatri grubunun ise sadece % 2si mutlu olduğunu ifade etmiş. Yani kemik kırığı çok acı verici olsa da mutluluğu azaltmıyor.

Anketteki en ilginç soru bence hastalara hangi tür kırığı tercih ettikleri sorusu. Bu soruya ortopedi hastalarının %78 gibi yüksek bir bölümü kalp kırığını, psikiatri hastalarının % 64'ü de kemik kırıığını tercih edeceği şeklinde cevaplamış. Bu cevaplardan, araştırmaya katılan ortopedi hastalarının % 28'inin yaşadığı kemik kırığından daha çok can yakan bir kalp kırığı yaşamış olabileceğini anlıyorum. Psikiatri hastalarının % 64'ünün kalbimin kırılmasındansa kemiğimin kırılmasını tercih ederim demiş olması bu değerlendirmeyi bir ölçüde doğruluyor. Kalbinin kırılmasını tercih eden ve öyle olan % 36'lık bölüm için ise ne düşüneceğimi bilmiyorum. Aklımdan daha önceki soruda bu şekilde mutlu olduğunu ifade eden % 2lik grubun bu grubun içinde yer aldığına dair ironik bir düşünce geçiyor.

Bana sorsalar ne kemiğimin ne de kalbimin kırılmasını isterim. Ancak hayat anket sorularına verdiğimiz cevaplara göre akmıyor yazık ki. Yine de yapılan bu araştırmadan ve anket sonuçlarından yararlanabiliriz. Kırıkların en büyük nedeninin ortopedi hastalarında dikkatsizlik, psikiyatri hastalarında da hayal kırıklığı olarak belirlendiğini hatırlayıp benim gibi ne kalbini ne kemiğini kırmak istemeyenler olarak her konuda daha dikkatli olabiliriz.

Kemikteki kırıklar mı, kalpteki kırıklar mı daha geç iyileşiyor?

Orthopedia Özel Dal Merkezi ile Değişim Psikiatri Merkezi'nin eş zamanlı seçilmiş 804 hasta üzerinde yapmış olduğu çalismada, kalp kırıkları ve kemik kırıkları ‘’iyileşme süreleri, tedavi maliyetleri, tedavi başarı oranları ve iş gücü kayıpları” gibi birçok başlık altında karşilaştırıldı

Yaşları 14 ile 98 arasında değişen 804 hastanın değerlendirildiği çalismada, ikisi ortopedist, ikisi psikiatrist, biri plastik cerrah, biri çocuk psikiatristi, biri fizik tedavi uzmanı, biri de radyolog olmak üzere toplam 8 doktor görev aldı. Bu ekibe dört uzman fizyoterapist, iki klinik psikolog, bir pedagog, bir aile terapisti, bir masör, bir yönetici asistanı, bir halkla ilişkiler uzmanı yardım etti. Yani çalismada toplam 19 kişi görev aldı.

Koordinatörlüğünü Op. Dr. Adnan Bağrıaçık’ın yaptığı Ortopedi bölümündeki 402 hastanın 260'ı erkek, 142'si kadındı. 17 farklı kemik kırığı mevcut olup, bunun 205 tanesi omuz-kol-el bölgesi, 172 tanesi kalça-bacak-ayak bölgesi, 14'ü omurga kırığı ve de 11 tanesi de leğen kemiği kırığıydı. Kırıklarda etyolojik neden çogunlukla trafik kazası, düşme, ateşli silahla yaralanma ve darptı. Hastaların 108 tanesi ameliyat, 204 tanesi alçı, 90 tanesi de tesbit, bandaj veya istirahatla tedaviye alındılar.

Koordinatörlüğünü Uz. Dr.Hüsamettin Güldoğan'ın yaptığı Psikiatri grubundaki 402 hastanın 301 tanesi kadın, 101 tanesi erkekti. Hastalarda 13 farklı hastalık teşhis edildi. 280 hasta depresyon, 72 hasta genel anksiete bozukluğu, 19 hasta seperasyon -ayrılık- anksietesi, 69 hasta da fibromiyalgi (somatizasyon) teşhisi ile tedaviye alındılar. Tüm vakalar ”bir kırgınlığın ardından” gelişen bulgularla doktora başvuran hastalardan oluşmaktaydı. Hastaların tedavisinde çogunlukla ilaç tedavisi ve psikoterapi yöntemlerinden faydalanıldı.

Ortopedi grubundan bir hasta akciğer embolisi nedeniyle kaybedilirken, Psikiatri grubundan da bir hasta intihar sonucu öldü.
Ortopedi grubundaki hastaların tedavi sonuçlarının değerlendirilmesi sonucu: 399 vaka iyileşirken, tedavi sonuçlarının 341 tanesi iyi, 58'i orta, üçü de kötü olarak değerlendirildi. Kötü sonuç olarak değerlendirilen 3 hastanın ikisinin tedavisi halen devam etmekte olup 2. kez opere edildiler. Bu 2 hastada kırık kaynamamış olup birinde enfeksiyon da tabloya eşlik etmektedir. Diğer tek hasta ise emboli nedeniyle vefat eden hastaydı.

Psikiatri grubundaki hastaların tedavi sonuçlarının değerlendirilmesi sonucu: 278 vakada iyileşme tesbit edilirken, tedavi sonuçlarında 278 hasta iyi, 112 hasta orta, 91 hasta da kötü sonuç olarak değerlendirildi. Bu 91 vakanın 90 tanesinde halen tedavi sonlandırılamazken, bir vakada intihar sonucu vefat etti.

Ortopedi hastalarının 189'unda fizyoterapist, psikiatri hastalarının 218' inde psikolog yardımı alındı. Ortopedi hastalarının işyeri istirahat ortalama süresi 36, psikiatri hastalarında bu süre ortalaması 17 gündü. İyileşme süresi boyunca maliyet karşilaştırmasında, ortopedi hastalarında yaklaşik ortalama maliyet 1300 YTL, psikiatri hastalarında ise yaklaşik ortalama maliyet 1450 YTL olarak belirlendi. Ortopedi hastalarında ortalama iyileşme süresi 94 gün olarak tesbit edilirken, psikiatri hastalarında bu süre 120 gün olarak belirlendi. Ortopedi grubundaki 29 hasta için psikiatri konsultasyonu ihtiyaç nedeniyle yapılırken, psikiatri grubundan 2 hastayı ortopedi-psikiatri beraber takip etti. Bu 2 vakanın biri alkollü araç dışı trafik kazası, diğeri de dalgınlık sonucu düşme neticesinde gerçekleşen kol kırığıydı. Tedavi ve takipten çikista (psikiatri grubunun ağırlıklı kayıpları nedeniyle) 96 vaka genel toplamdan çikartildi. Psikiatri grubundan 9 vaka intihar sonucu tedaviyle hayata döndürülürken, ortopedi grubundan 2 hasta erken basma sonucu yeniden kırılma yaşadılar.

Hastalar arasında yapılan ankete verilen cevaplar değerlendirildiğinde ise: Tıbbi rahatsızlığınızda esas neden neydi sorusuna, ortopedi hastalarının % 86'sı dikkatsizlik, psikiatri grubunda ise % 48 hayal kırıklığı, kandırılma cevapları en sık alınan cevaplardı. Ortopedi grubundaki hastaların % 94'ü bu halde de mutlu olduklarını söylerken, psikiatri grubunda % 2 hasta mutlu olduğunu söyledi. Hangi tür kırığı tercih ederdiniz sorusuna: Ortopedi grubundan % 78 oranda hasta kalp kırığını, psikiatri grubundan ise % 64 oranda hasta kemik kırığını tercih edeceğini söyledi. Ortopedi grubundan 400 hasta yaşamak isterim, psikiatri grubundan ise 51 hasta ölmek isterim seçeneğini işaretlediler. Ortopedi grubundan % 85 oranda hasta, hastalığı sırasında etrafından daha çok ilgi gördüğünü söylerken, psikiatri grubundan % 74 oranında hasta hastalığı sırasında etrafından daha az ilgi gördüğünü söyledi.

Bu çalisma sonucunda; kalp kırıklarının kemik kırıklarına oranla daha geç sürede iyileştiği, tedavisinin daha zor ve masraflı olduğu ortaya çikmistir. İş gücü kaybında süre olarak ortopedi hastaları, performans kaybı olarak psikiatri hastaları öne çikmistir. Bu nedenle, araştırma sonucu hepimizin kalp kırmamaya özen göstermesi gerektiğini ortaya koymuştur.

ORTHOPAEDİA
DR.ADNAN BAĞRIACIK