20 Şubat 2009

Derki Sayı 31: Hayatım Değişti

Uzun zamandır yapmak istediğim ve ertelediğim işlerin başinda yazma işine ağırlık vermek geliyor. Daha sık yazmak ve yazdıklarımı beğenmek istiyorum ve bu işe başlama gayretini ancak şimdi bulabiliyorum. Sanırım bu da benim değil, dinlediğim subliminal telkinlerin yaptığı, yapmamı sağladığı bir şey. Olsun, önemli olan sonuç.

Evet, bu telkin içeren müzikleri iki hafta önce annem sayesinde buldum. Geçen hafta sonu gardırobun kapılarını bir iki kere açıp, içine pis pis bakıp, kapatıp, tekrar açıp, gerilerde neler olduğunu görebilmek için parmaklarımın ucunda yükselip, aklımdan iyi bir düzenleme yapmalı düşüncesini geçirdiğim birkaç günün ardından ansızın bütün kazakları aşağı indirdiğimde, bu hareketin ardından böyle bir atağın geleceğini anlamıştım. Evet bütün kazakları, trikoları, tişörtleri, dolabın içinde katlı duran her şeyi döktüm, uzun zamandır giymediklerimi ve giymeye niyetimin olmadıklarını ayırdım. Uzun zamandır giymemiş olmakla birlikte artık giymeye karar verdiklerimi tek tek inceledim, kokladım, denedim, yıkanacakları ayırdım, diğerlerini mağaza raflarındaki gibi katladım: kazak yüzüstü yatırılır, iki yanından iki dikey kat arka ortada birleştirilir, kollar katlara paralel yerleştirilir, kazağın boyuna göre enine ortadan ikiye yada üçe katlanır. Ters çevrildiginde ta taam! Bu şekilde katladıktan sonra askılıları, kolsuzları, kısa kolluları ve uzun kolluları üst üste koyup yan yana sütunlar halinde dizdim. Aklımda çekmecelere benzer bir uygulama yapmak vardı. Siyah ve renkli çamasirlar, beyaz ve ten rengi çamasirlar, uzun ince çoraplar, pantolon çoraplari, soket çoraplar, pijamalar, Allahım daha nasıl gözünü çikarabilirim dolap düzenlemenin sorusunu sormadan halihazırda geçirdiğim sürenin 2 saat olduğunu fark edince durdum. Zaten saydığım her unsur kendi çekmecesinde duruyor, sadece görmeyi arzu ettiğim düzende değiller, sanırım buna bir süre daha katlanabilirim diye düşündüm. Katlanabilir miydim? Sonuçta bir oturup bir kalkmaktan, ayakta parmakucumda ellerim havada yükselerek geçen iki saatin ardından belime yerleşen ağrı ile çekmecelerin dağınık kalmasına katlanmak arasında bir seçim yapmam gerekti. Tamam, kabul, çekmecelerim, modern sanat, raflarım daha konservatif daha naif bir sanat eseri olsun, ben de pilates topunda bir sırt üstü bir yüzüstü devrilerek sırt kaslarımı esneteyim. Buna katlanabilirdim işte! Katlanmak ne demek? Bu zevkle kabul edeceğim bir çözüm olur ve oldu.

Sonra bugün, öncelikle hayatıma yeni giren her şeyi böyle bayıltırcasına anlatmak, yazmak isteğiyle uyandım diyeceğim, yalan olacak. İlginç bir şekilde uyandığımda ya da uyandıktan işe başlamadan önceki zaman diliminde kendimi şarkı söylerken buluyorum. Güzel bir gelişme. Onun dışında sabahları zınk diye kalkmayı isterdim. Henüz öyle bir şey yok. Tek değişim, saat çalmadan önce kendiliğimden gözlerimi açmam fakat saatin çalmasina daha vakit olduğunu görünce kapatıp uykuya devam etmem ve saatin çalmasi ve sonrası aynı: çalan saati 8 dakika sonra tekrar çalacak şekilde susturmam ve bunu üç kere yapmam ve yine koşturarak hazırlanmam ve servise kıl payı yetişmem… Belki sabahları çalar saatle kalkmayı bırakmam gerek. Hatta başucumdan saati toptan kaldırabilebilirim, böylece uyanıp saatin erken olduğunu görüp tekrar uyumamış olurum.

Bunları anlatmayacaktım, yazmaya başlayınca spontane olarak gelişti. Henüz okumadım, okuyunca beğenecek miyim bilmiyorum. Yazdıklarımı beğenmeyi neden bu kadar önemsedigimi de bilmiyorum. Ya da ne zaman beğenmemeye başladığımı… Ancak bu gelişmeleri olumlu yorumluyorum. Belki eve gidince zen tarot kartlarına da sorabilirim. Nasılsa onlara sorduğum soruların saçmalığında herhangi bir sınır yok. Sevgili zen tarotu kartları, spontane bir şekilde yazmaya başlamamın ardındaki derin gerçek nedir? Hahaha..

Evet, dolabımın içi kadar olmasa da biraz toparlanayım. Bir akşam bilgisayarı açtığımda annemin offline mesajı beni karşiladı. Bana bir iki internet adresi göndermişti ve onlardan biri buydu: hayatimdegisti.com Bunu annem sayesinde ögrendigimi özellikle belirtmek istiyorum ama nedenini bilmiyorum. Nedenini bulmakla şu anki konuyu dağıtmak istemiyorum. Dediğim gibi, bağlantıyı annem gönderdi, herkesin böyle bir annesi olması gerekir. Ama o sadece benim ve ağabeyimin annesi, dolayısıyla böyle bir annesi olmayanların ne halde olduğunu yüz yıl düşünsem bile bilemem. Ama bu onların sorunu, bu konu üzerinde yüz yıl falan düşünemem. Doksandokuz yıl da düşünmem, cık, doksansekiz de...

Konuyu dağıtma konusundaki becerimi hayretle fark ediyorum. Bu da telkinlerin bir etkisi mi acaba? Hadi yeni bir paragrafa başladık, inşallah burada toparlarız. Yaptığım şey basit, adresteki bütün bilgileri, forumu, forumdaki rehber kısmını okudum, ücretsiz müzikleri indirdim ve gece gündüz onları dinliyorum. Dinlediğim metinler site sahibinin önerdigi suçluluk, ego güçlendirici ve kendimce ihtiyaç duyduklarım, kilo verme, topluluk karşisında konuşma ve zinde uyanma. Doğa sesi versiyonlarını gece boyunca çalacak şekilde ayarlayıp uyuyorum, ki kafadan 7 saat eder. Klasik müzik ve new age versiyonlarını da usb ile bilgisayara bağlanıp minik hoparlörü ile en azından bilgisayarın başindakinin duyabileceği kadar dışarıya ses veren eski, basit mp3çalarımla işyerinde dinliyorum, o da bir 7-8 saat eder. Ve bunu iki haftadır yapıyorum.

Bunu yapıyorum da ne oluyor? Efendim kendimde gördüğüm ilk etki, müziği ilk kez çalmaya başladığım anda hissettiğim hafif bir baş ağrısıydı. Ne hoş bir başlangıç, değil mi? Bunları dinleyin, muhteşemler, hafif ve sürekli bir başağrınız olacak ve yeni bir siz! Neyse ki şu anda böyle bir etki hissetmiyorum, demek ki baş ağrısı hafif ve de geçici, fani, üzülmeye değmez yani. İkincisi tokluk hissi oldu. Kilo verme ada metninde yer alan her şey dinlediğim ikinci günden itibaren hiç zorlanmadan kendiliğinden oldu desem yalan olmaz. Dehşet kilolu olmamama rağmen yapışmış birkaç kiloyu verme isteğindeydim ancak bunun için yaptığım her şey ters tepiyordu ve tartıda 61,5un altını uzunca bir süredir görmemiştim. Fakat iki haftadır her tartıldığımda bir öncekinden daha düşük kiloda çikiyorum ve bu çok hoşuma gidiyor. Bu sabah tartıldım, 60,0 kilogramım. Güzel tarafı kendimi hiç aman şunu yemeyeyim şeklinde kısıtlamadım. Kendimi yemek saati gelmesine rağmen öyle tok hissediyorum ki canım ne yemek istiyor diye uzunca düşünmem gerekiyor. Ve sağlıklı seçenekler tercih ediyorum, yemek aralarında hiç atıştırma ihtiyacı duymuyorum, rahatlıkla ögün atlıyorum ve çok daha yavaş yiyorum çok daha çabuk doyuyorum ve bütün bunların sonucu olarak hiç fark etmeden kilo veriyorum. Üstüne üstlük kendimi çok hafif, ince ve tok hissediyorum. Bu hissi sevdim.

Üçüncü etki daha çok susuyorum. Daha önce de çok su içerdim ama şimdiki susuzluğum daha şiddetli oluyor. Dördüncüsü, daha dik olduğumu fark ettim, kamburum çiktiginda kendimi rahatsız hissediyorum. Sesim daha çok çikiyor, söylediklerim daha çok fark ediliyor. Normalde birisi aniden bir şey sorduğunda başka bir şey düşünüyor olduğumdan ya da zihnim daha hızlı düşündüğünden teklerdim ve bir an bile sürse bu hiç hoşuma gitmezdi. Şimdi böyle anlar yaşamıyorum. İnsanlar hakkında daha önce aklıma gelen şeyleri söylemezken, şimdi tanımadığım insanlar bile olsalar kendimi aklıma gelen güzel şeyleri söylemiş buluyorum ve iyi tepkiler alıyorum. Sanırım bu konuda yaşadıklarım topluluk karşisında konuşma metnindeki diğer detayları da doğrular nitelikte.

Daha önce ertelediğim şeyleri yapar olmayı da bunun etkisi olduğunu düşünüyorum. Çünkü programlı olma adına bir sürü şey düşünüyordum ve onları yapmak yerine düşünmeye devam ediyordum. Ama şimdi bir anda düşünmeden yapıyorum. Bakınız hayatımın devamı sanki buna bağlıymışçasına yaptığım dolap düzenlemesi ve burada anlatarak okuyanı öldürmek istemediğim diğer şeyler.

Bir de kendimi gülümseyerek yürürken, şarkı söylerken buluşum var ve bunu artan iç huzurum olarak algılıyorum. Ve tabii bunları yaşadığım için iki haftadır karşima çikan herkese bu siteden, dinlediğimden ve etkilerinden bahsediyorum! İlginç bir şekilde insanların tamamı kuşkuyla yaklaşiyor ve kilo vermek gibi somut sonuçlar bile birçoğunu ikna etmeye yetmiyor. Böylece ne kadar hevesli ve saf olduğumu fark ediyorum. Eh bu da iyi bir şey olsa gerek…

Hissettiğim bütün etkiler okuduğum kadarıyla beklenen etkiler. Yani henüz bir seri katile dönüşmediğim gibi, rahatlıkla dönüşebileceğim durumlarla karşilaşmama rağmen eskisi gibi kızmayıp, ne ilginç insanlar var hayretiyle karşilıyorum. Dolayısıyla dinlediğim ancak duymadığım telkinlerde kötü şeyler söylenmediğini çikarabilirim. Daha az televizyon izler olmak gibi başka etkilerden de bahsediliyor ancak ben zaten televizyon izlemeyen biriyim dolayısıyla bu etkiyi hissedemiyorum, şikayetçiyim hakim bey! Biraz daha esprili ve neşeli miyim aynı zamanda? Sanki evet.

Hayatım değiştinin güzel yanını belirterek kapatmak istiyorum. Ben zaten insanın hayatta istediği her şeyi elde edebileceğine hatta bunu düşünce gücüyle bile yapabileceğine inanan hafif romantik, yerine göre naif ve daima iyimser bir insanım. Hayatımda bunun mümkün olduğunu doğrulayan muhteşem deneyimlerim de oldu, sadece bu umuda sarılarak ayakta kalabildiğim feci deneyimlerim de. Hayatımdaki sanırım ilk büyük değişiklik –aynı zamanda kendime yaptığım en büyük iyilik- hoşuma giden, beni mutlu eden düşünceleri tercih edebileceğimi ve bu düşünceler doğrultusunda yaşayabileceğimi anlamamdı. Çok büyük bir iyimserlik ve coşku hissettiğimi hatırlıyorum. Hoşuma giden şeyleri düşüneyim -hayal bile olsa- o doğrultuda yaşayayım -mümkün olduğunca- ve olmak istediğim insan olayım -uzun vadede kaçınılmaz olarak- Düşünce mantığım bu şekildeydi ve ben yapıyorsam bunu herkes yapabilir şeklinde devam ediyordu; herkes olmayı istediği insan olabilir –birazcık çabayla! Hayatım değiştideki subliminal telkinlerin farkı, bu süreci bir düğmeye basarmış gibi basitleştirmesi. Bence artık herkes her zaman olmak istediği insan olabilir, basitçe, kendiliğinden ve neredeyse anında!

19 Şubat 2009

universalove

Bu akşam bu filmi izledim. Filmin bitişinin üzerinden daha saat dolmadan sonunu size yetiştireceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Sonunu anlatmayacağım gibi, ortasını ya da başını da anlatmayacağım. İzlemek isteyen ifistanbul kapsamında varsa bir gösterimi daha gider, izler.

Olay şöyle gelişti: Sonsuzluğun içinde bir an -bir an diyorum ama ne kadar sürdü bilemiyorum, ölçemediğimiz için öyle ifade ettim- big bang oldu, sonra gaz ve toz bulutları dağıldı -oralar biraz uzun ama özetle öyle deyip devam edebiliriz- ve ben kendimi caddenin bostanında ekin ekerken mi desem, hasat yaparken mi desem, yoksa ekinlerin üzerindeki kargaları kovalarken mi yok yok danayı kovalarken buldum. İş zahmetli ve yorucuydu ve üstelik uzun sürdü. Biter bitmez kendimi eve atmak yerine bir filme attım, o da hemen karşıdaki kültür merkezinin geniş mi geniş, kırmızı mı kırmızı, tiyatro mu tiyatro salonunda -anlam dediğin nedir ki diye sormak istiyorum şu noktada kendi yazdıklarımı okumamın akabinde- ifistanbul filmleri gösteriliyor olması sayesinde oldu. Maksat kafa dağıtmak.

Neticede kafa dağıtıldı mı? Dağıtıldı. Üstüne bir miktar da caddenin o geniş, o ferah, o yağmur altında ıslanmış, o insansız, o sevgili -demek istiyorum şu noktada- kaldırımlarında yürüyüş yapıldı mı? Yapıldı. Yürürken derin derin nefes verilip sonra alındı mı? Verildi ve alındı. E daha ne olsun?! Bir insanın midesi durduk yerde yanmıyorsa, gece dişlerini gıcırdatmıyorsa ve kendi diş gıcırtısının sesine uyanmıyorsa, yaptığı her ne ise bundan hoşlanıyorsa ve mutlu oluyorsa, bir insan daha ne ister azizim?!

Sevgili dokur, sen onu bunu bırak da derkinin 31. sayısı çıkmış, haberin var mı onu söyle. Ahanda burada!

17 Şubat 2009

Kedi var, kedi var

Kadıköyden ayrılmadan şubenin önunde yaşamaya başlayan bir kedimiz olmuştu. Sırtının arkasından kuyruğuna kadar siyah, başi göğsü ayakları beyaz, beyaz dediysem kirli beyaz, sokak kedisi malum... Siyah kuyruğunun ucu sanki beyaz boyaya daldırılmış gibi beyazdı. Kendisine yiyecek verenlere karşı bile pek nadan, sokak köpeklerini sindirmiş, ne sevdiren ne yaklaşan aksi bir kediydi. Bir yardımseverin sağladığı bir parça kartonun üzerinde uyur, güneş açarsa güneş gören bir yere geçer, yalanır da yalanırdı...

Yeni şubenin de kedileri var. Bir tanesi kapının hemen yanındaki girintiye konuşlanmiş tosun mu tosun bir sarman. Keyfine pek düşkün olduğunu sürekli kumasş kaplı süngerden yapılmış mini bir pusete benzeyen yatağından çıkmadığına bakarak anlıyorum. Cadde kedisi olmak başka birşey!

06 Şubat 2009

Slumdog Millionaire- Çömez Milyoner

Geçen akşam bu filmi izledim. Bir önceki filmin sonunu söyleyişim o kadar hoşuma gitti ki, bu filmi izledikten sonra hemen sonunu anlattığım bir mesaj yazmak istedim. Zaman geçti, bunu yazmaya ancak oturabildim. Önce spoiler’in anlamına bakayım dedim, bir daha kullanacağım ya, anlamını öğreneyim bari. Sesli sözlük (bkz. Seslisozluk.com) bir sürü alakasız şeyin ardından böyle demiş:

A topic that not everyone on the list may want to read about For example, the ending of a movie or the plot of a novel Spoilers can also include announcements of surprise events or discussion of sensitive subjects that may be painful for others to read about It is considered good netiquette to include descriptive information in the subject so that those who wish to skip such messages are forewarned See Netiquette for more information on how to handle spoilers

Türkçe olarak da bulabildiği en yakın karşılık yağmacı, şımartıcı ve bozucu olmuş, ben mızıkçıyı daha uygun buldum. Yaptığıma da internet mızıkçılığı diyebilirim.

Bunları okurken şu netiket için ne yazmış diye bir baktım ve amanın, neler yazmamış ki?! İnternet adabı muaşereti, şudur budur diye okurken ve içimden so vat derken bu maddede durdum:

The combination of the words Net and etiquette, this refers to the proper behavior on a network, and more generally the Internet The key element in Netiquette is remembering that actual people are on the other end of a computer connection, and offensive comments or actions are just as offensive even if you can't see your recipient.

Durdum ve ben internet mızıkçılığı yaparken eğleniyorum ama bunları okuyanlar ne düşünüyor, dahası ne hissediyor? Mesela benim dün yaptığım gibi ifistanbul bağımsız filmler festivalinin sitesinde hit filmler bölümünde görmüş bu filmin adını, izleyenler ne demiş, blogırlar ne yazmış diye ararken bu sayfaya gelmiş ve daha açtığı gibi, "bu filmin, eğer iki saat ayırıp filmi izlerseniz –hayli sürükleyici bir film, bence nasıl geçtiğini anlamayacaksınız- en sonunda oğlan kızı öpüyor. Gerçi öpmeyi, kız öp beni dedikten sonra akıl ediyor ama olsun, dediğim gibi o yaşına kadar kızın peşinden koşmuş, ama nasıl koşmak, senin benim aklımın ucundan geçmeyecek belalara karışmış, bir şekilde hayatta kalmayı ve hatta paçasını kurtarmayı becerip ancak kavuşmuş, ancak milyoner olmuş –bir kritik nokta daha, savaşta söylenmez- üzerinde bir şaşkınlık olması normal, ayrıca zaten şaşkın bir karakteri canlandırıyor. Kız da ayrı bir hikaye, öp beni diyene kadar niye kendisi öpmüyor diye düşündüm, ama o da normal, çocuğun ancak omzuna geliyor boyu. Ve öpüşüyorlar, ve birden onlarla birlikte tren garındaki herkes dans etmeye başlıyor ve bir hint filmi izlemiş olduğumuzu anlıyoruz. Yani biz de çocuk kadar şaşkın değilsek ve filmin hindistanda çekildiğini, karakterlerin Hintli olduğunu, hint aksanlı İngilizce konuştuklarını ve başlarını evet anlamında bir kukla gibi sağa sola salladıklarını görmemiş isek…" diye ballandıra ballandıra anlattığımı görüyor.

Bir üstteki paragrafta istediğin kadar "ben bir internet mızıkacısıyım, yok pardon mızıkçısıyım, filmlerin başını değil sonunu söylerim, ona göre oku" yazmış olursam olayım. Zaten okumasa bile beyin fotoğrafik olarak filmin sonunu anlattığım paragrafı da görmüş algılamış olacak. Çok geç yani, diğer bir deyişle tuu leyt. İyisi mi ben suçsuz günahsız insanlara böyle bir kötülüğü bir daha yapmayayım. Hoş hak eden insanlara bütün kötülükler yapılabilir, bu sayfayı tıklamakla da hak etmiş sayılabilirler ama sayılmayadabilirler, hüküm vermek bana mı kalmış canım?! Daha eğlenceli başka bir şey bulurum yapacak, onunla mı uğraşacağım?! Hayret bişey…

Bu mesaj mı? Nesi var bu mesajın? Sonunu söylemedim canım, örnek verdim. Onun onun sonu olduğunu nereden çıkartıyorsunuz hem?! Merak eden gider sinemada izler. Bak ifistanbulda da gösterilecekmiş hem. Bağlantı bile verdik, daha napalım?!

02 Şubat 2009

Degrade

Ben bugün degrade kelimesinin anlamını öğrendim. Aferim bana! Ve bu kelimeyi cümle ve paragraf ve kompozisyon içinde kullandığım akıllara zarar bir metin yazdım, amanın diyorum.

Geçende bir öğlen, vitrinlerde ne var ne yok diye bakınırken bir mağazada mankenin üzerinde dehşetengiz bir elbise gördüm. Omuzlarından kıpkırmızı başlıyor, fuşyaya ve bordoya ve nihayet etekuçlarında mora dönüşüyor. Modelinde pek birşey yok, v yakalı kloş etekli bir elbise. Favori renk tayfımın tamamını bir elbisede görünce gözlerimi kamaştı. Mağazanın içinde bir süre o elbiseyi giyen cansız mankenle flört ettim diyebilirim. Etrafındaki raflarda dolaşıyorum, elime ne alsam onun yanında soluk kalıyor, bir elimdekine bakıyorum, bir de göz ucuyla mankene. Sırtımı dönüyorum, bu sefer karşımdaki aynada yansımasını görüyorum. Aklımdan düşünceler akıyor, böyle bir elbiseyi nerede giyeceksin, neyle giyeceksin, senin üzerinde iyi duracak mı, senin bedenin kalmış mı... Cık, o birbirinin içine geçmiş renkler aklımı çelmeye devam ediyor ve öğle tatilinin bitmesini fırsat bilerek kendimi dışarı atıyorum.

Sonra, hayat bu ya, o elbiseyi giyebileceğim bir olay olacak oluyor ve ben koşa koşa o mağazaya gidiyorum. İçimde elbise çok güzel olduğu için hepsinin satılıp bitmiş olduğu korkusuyla ulaştığımda hiç de öyle bir şey olmadığını görüyorum. Geriye bir tek üzerimde nasıl duracağı konusu kalıyor. Denediğimde sanki üzerime göre biçildiğini görünce derin bir oh çekip muzaffer bir havayla kasaya yönleniyorum.

Giyecek yer çıktı ya hazırlık yapmalı, ayakkabı çanta uydurmalı. Şu sıralar elimi attığım herşeyin gözünü çıkarma eğiliminde olduğumdan vitrinleri değil kumaşçıları gezmeye başlıyorum. Niyetim tam eteklerindeki mordan kumaş alıp Necmi Ustanın yolunu tutmak. Elbiseyi kumaş toplarının yanına tutarak uygun tonu bulmaya çalışıyoruz, elbiseyi düzgün katlamak için açınca kumaşçı şaşırarak 'e bunun kumaşı degradeymiş' diyor ve böylece hayatımda ilk kez bu kelimeyi duyuyorum. Duymakla kalmayayım öğreneyim diye soruyorum, baskı mı dokuma tekniği mi? Dokuma tekniği diyor ve kendisindeki örneklerden gösteriyor. Hmm, diyorum, ben bugün degrade kumaştan elbise aldım, degrade kumaşın bir dokuma tekniği olduğunu öğrendim, bunu anlatmalıyım.

01 Şubat 2009

Yes Man- Bay Evet

Dün bu filmi izledik ve aklıma geldikçe hala gülüyorum. Az önce aklımda bir çorba yapmak varken fakat nasıl başlayacağımı düşünürken aklıma yine filmden bir sahne geldi ve çorbayı boşverip -şimdilik- bunu yazmak üzere oturdum. Eskiden olsa sanki filmi imdb'de bulmak isteyen ben bağlantı vermesem bulamayacakmış gibi önce başlığa filmin imdb adresini bağlardım, ki aldığı not 7.3dü galiba, dün bakmıştım, daha sonra da kendimi bir film eleştirmeni sanırcasına film hakkında atıp tuttuğum, muhtemelen aynı zevki paylaşan insanlarda izleme isteği uyandıracak birkaç paragraf karalardım. Şimdi ise içimden filmde güldüğüm bütün sahneleri anlatmak geliyor ve sanırım bunu yapacağım. hahaha!

Ey okur, bundan sonrası spoilera giriyor, benden söylemesi! (Spoilerin türkçesini bilmediğimi farkettim, özetle filmin sonunu söyleyeceğim, ortasını ve başını da söyleyebilirim, aaa, biz de izleyecektik filmi, çotang diye sonu söylenir mi birden demek yok) Yine de nezaketi elden bırakmıyorum, koyacak bir yer bulamadığımdan olabilir mi? haha, neyse... Filmi izlemeye karar verdik, baktık palladium'da da gösteriliyormuş, orayı da görmüş oluruz diyerek -keşif ruhu iş başında- yola çıktık. Temelde dört yolla ayrılmış bölgede, bulunduğumuzun çaprazındaki adaya ulaşma çabamız yaklaşık 45 dakikamızı aldı ve palladiumun otopark girişini resmen sezgilerimize güvenerek artı koklayarak bulduk! İnsan İstanbul trafiğinde çok rahat yolun karşısında kalma fobisi geliştirebilir, o yolculukta ben bunu anladım. Gideceğin binayı görüyorsun, oraya doğru gitmeye gayret ediyorsun fakat sadece karşı şeritte kaldığın için yanından geçmek zorunda kalıyorsun. Hoş otoparkı bulmakla da işin bitmiyor, bir de o otoparktan çıkışın, çıktıktan sonra yolunu yönünü buluşun var. Lafı eğlenceli kısımlara getirmek için o kısımları anlatmıyorum.

Otoparktan çıktık, çık babam çık, sırayla yürüyen merdivenlerden en alttan en üste doğru gidiyoruz, palladiumun otopark katlarını, sonra da mağaza katlarını görmüş oluyoruz, en üstte yemek katını görmüş oluyoruz, sinemasını görmüş oluyoruz, turnikeden geçip salona giriyoruz, reklamları izliyoruz, reklamları izliyoruz, reklamları izlemeye devam ediyoruz, tv izlemeyince insanın kırk yılda bir gittiği sinemada reklam izlemeye katlanabildiğini hatta bazılarını ilginç bile bulabildiğini farkediyoruz ve film başlıyor.

Filmin sonunda adam kızı tekrar birleşmeye ikna ediyor, mutlu son yani. Ohhh, sonunu söyleyeceğim deyince bir ağırlık olmuştu, yazdım, kurtuldum. Ama adam kim, kız kim, niye ayrıldılar, dahası niye birlikteydiler, sanırım onları öğrenmek için filmi izlemeniz gerekecek. Çünkü güldüğüm sahneleri düşünüyorum ve onları yazmak istediğimde o kadar komik gelmiyor, oysa filmde gözlerimden yaş gelene kadar gülmüştüm. Oyuncular iyiydi, senaryo iyiydi, zar adamla benzer yönleri olan bir felsefesi bile vardı ancak yüzeysel bir yazı yazmak istediğim için sadece bahsediyorum. Film Los Angeles'da çekilmiş, tanıdık bir yere rastlamadım ama mekan iyiydi diyebilirim, bunu da Los Angeles'i görmüş olduğumu belirtmek için yazdım, umarım herkes anlamıştır, arkamda hollywood yazan yamacın göründüğü fotoğrafım bile var. Özetle notumu veriyorum: iyi.

Hadi filmden bir replik de hediyem olsun. Filmin bir yerinde hatun, kendi hayat tarzını açıklamak için 'çocukken herşey bir oyundu, dünya da oyun alanıydı, büyürken bir yerlerde, bir zaman bunu unutuyoruz, halbuki dünya hala oyun bahçesi. koşarken çekilmiş blurlu fotoğrafların pek beğenilmediğini biliyorum ama kimin umrunda?!' diyor. Ben de bu felsefeyi kaptım ve konuya odaklanamamış, yüzeysel, herhangi bir bilgi veya yorum içermeyen ve hatta bir konusu olduğu bile şüpheli bu yazıyı yazdım ve bunu yapmak hoşuma gitti, kimse okumasa ve okuyanlar da beğenmese bile huu keerz demek istiyorum. Dedim gitti hatta...