16 Temmuz 2007

Dali, Cooper ve Gabor

Öncü bir ressam, müzisyen ve bilim adamını aynı cümlede buluşturan şey ne olabilir? Sanat tarihinin kıvrımlarından güncel müzik arşivlerine bağlanan oradan da asıl konumuz olan bilimin yakın geçmişindeki favori konumuza uzanan ilginç bir hikayemiz var bu ay….

Salvador Felipe Jacinto Dalí Domènech Marquis of Pubol, ya da bildiğimiz adıyla Salvador Dali, 1904 mayısında İspanyanın Katalan bölgesinde doğdu. 1989 yılına kadar süren 85 yıllık yaşamı daima farklı, yeni, sıra dışı olanı yansıtarak geçti. En çok resimleri tanınsa da fotoğraf, heykel, sinema ve birazdan açıklayacağım başka alanlarda da eserler verdi. Egzantrikliğinin eserlerinden daha çok dikkat çekmesi kendisinin de ifade ettiği gibi yaldızlı ve aşırı olan her şeyi seven, lükse tutkun ve oryantal şeylere ilgi duyan varlığından kaynaklanıyordu.

1916’da çizim okuluna 1922’de Madrid’de Güzel sanatlar akademisine başladı. 1926’da akademiden atılmış olsa da 1928’de üç resmiyle ünlü olmuştu bile. Kübist eserler yapıyor, biraz da Dadaizm takılıyordu. O yıllarda Paris’e gitti, Picasso’yla tanıştı, bir kısa film yaptı, gelecekte karısı olacak Gala’yla karşılaştı. Yaratıcılığının benzini olan bilinçaltının kıvrımlarını tuvaline aktarmasını sağlayan ve böylece kendisini sürrealizmin babası yapan bir yöntem geliştirdi. Üzerinden çok geçmeden 1931’de en çok tanınan resmini yaptı: persistence of memory. İkinci dünya savaşı başladıktan sonra 1940’da Gala’yla birlikte Amerika’ya taşındı. Orada politikadan biraz uzaklaştı, otobiyografik bir kitap yayınladı, sekiz yıl sonra Avrupaya geri döndüler. Yazılar yazdı, bir belgesel çekti, Dali müzesi üzerinde çalışmaya başladı ve uzun süre enerjisini buna ayırdı. 1969’da Pubol Şatosunu aldı ve Gala için dekore etti.



Bilime ve optik göz yanılmalarına ilgi duyuyordu. O zamana kadar üçüncü boyutu görselleştirmenin tek yolu stereoskopik görüntülerdi fakat işine yaramıyordu. O sıralarda onun bu sorununu çözecek yeni bir bilim dalı doğuyordu. Holografinin babası Dennis Gabor’la tanıştı ve sanat eseri olarak hologram yapan ilk sanatçı oldu. Mevcut ünü hologramın geniş kitlelerce tanınmasına yardımcı oldu. Kısa bir süre sonra Knoedler galerisinde Gabor’la koordineli çalıştığı ilk Dali hologramları sergisi gerçekleşti. İşte bu yazının konusu bu sergideki hologramlardan birinin hikayesi: Alice Cooper’ın beyni!

1973’de Dali ilk hologramını yapar, modeli, kıvrımlarında kurtlar resmedilmiş bir beyin heykelinin önünde elindeki Venüs heykelini mikrofon şeklinde tutan, belden yukarısı çıplak, boynunda kendi ürünü olan değeri o zaman 1,5 milyon usd olan bir kolye ve başında da bir taç ile poz veren Alice Cooper’dır. Ne bu avangart eser için seçtiği model, ne de bu eserin öğeleri tesadüfîdir. Hepsi Dali’nin sembolizm öğelerini kullanarak ifşa etmekten bıkmadığı bilinçaltının kıvrımlarından doğmaktadır.



Bu hikâyeye geçmeden önce Alice Cooper’dan bahsedelim biraz: Alice Cooper, gerçek adıyla Vincent Damon Furnier 1948‘de doğdu. Kırk yıldır süren ve rock şarkıcılığı, söz yazarlığı ve giyotinler, elektrikli sandalyeler, kan, boa yılanları içeren sahne şovlarından oluşan müzik kariyerine radyo programları ile devam etmekte. Hard rock, heavy metal, shock rock, garage rock, glam rock, arena rock gibi türlere öncülük etmiş, karanlık makyajı, uzun saçları ve yılanlarla verdiği pozları ile tanınan, hayatının bir döneminde alkolizm yaşamış, aşmış ve üç çocuğunu büyütmekte olan bir rockerdır. Dali’yle tanıştığı zamanlar karanlık ve kaotik şarkıları ve şovlarıyla Dali’nin Avrupada yaşattığı şokun benzerini doğduğu Detroit sınırlarını çoktan aşmış bir coğrafyaya yaşatmaktaydı.

Kendi sanatında (!) sürrealizmi kullanan Alice Cooper ve onun işlerindeki kaos ve karmaşaya hayranlık duyan Salvador Dali’nin karşılaşması ilginçtir. 1973’de New York’da Dali, Alice’i oteline davet eder. Barda buluşacaklardır ancak önce smokin giymiş olan Gala yine smokinler içinde genç bir grupla gelir. Ardından Dali gelir ve kendisini tanıtır: Merhaba ben büyük ve yüce Dali! Altın rengi ayakkabılar, parlak mor çorapların üzerinde buruşuk, mor bir pantolon, zürafa derisi bir ceket ve her zamanki bıyıklarıyla gelmiştir. Bu manzaranın karşısında, boa yılanını getirmemiş olan Alice’in kendisini epey sıradan hissettiğini tahmin edebiliriz. Üstelik söylediği beş kelimeden biri Fransızca, biri Portekizce, biri İspanyolca, biri İngilizce ve biri de Dalice olan ve anlamadığını söylediğinde ‘mükemmel, karmaşa en iyi iletişim şeklidir!’ diyerek sevinen Dali’nin karşısında yaptığı tek şey bira içmek olarak kayıtlara geçmiş.



Bu ilginç tanışmadan sonra çekim gününü bu ünlü hologramı çeken, aslında fotoğrafçı olan Russel Beal’in anılarından öğreniyoruz. Bir hafta önce mücevher firmasından ortamın güvenliğini denetlemeye gelenler yetmezmiş gibi gün boyu yaptığı aşırılıklarla basının ilgi odağı olan Dali’nin başrolde olduğu bir sirk havasında geçmiş. Cooper kontrolden çıkacak kadar bira tükettikten sonra ortadan kaybolmuş ve çekim anına kadar da görünmemiş. O zamanlar hala gizemli bir imajı olan hologram çekimi yapılacağı zaman basın üyeleri stüdyodan çıkarılmış. Düzenlemeye geçildiğinde önce plastikten yapılmış beyin heykelini yerleştirmek sorun olmuş. Sonra yanlışlıkla ortasından ikiye ayrılmış, yapıştırılmış. Şaşırtıcı bir şekilde gayet ayık olan Cooper her söyleneni yapmaktaymış ve döner platformun üzerinde elinde heykelle bağdaş kurup poz vermiş. 360 derecelik çekim holografik filme yapılmış ve işlem gördükten sonra silindir bir cam ya da plastik bir tüpe yerleştirilmiş. Tüp de dalga boyu sabit ışık yayan lazerin üzerine monte edildikten sonra etrafında dolaşıldığında Alice’in hayalet imgesi her açıdan izlenebilir hale gelmiş.

Bu şekilde oluşturulan dünyanın ilk silindirik krom hologramı olan ‘Alice Cooper’ın Beyninin Portresi’nin orjinali Figueras’daki Dali müzesinde sergileniyor.