21 Ağustos 2006

2006 Hologram Yarışması



Bayanlar baylar, yukarıda görmüş olduğunuz resme tıkladığınızda biricik hologram forumumuzca düzenlenen 2006 Hologram Yarışmasının detaylarını öğrenebileceğiniz bir sayfaya yönlendirileceksiniz. Duyduk duymadık demeyin!

Ben mi? Bu sene biraz zor. 2007? Neden olmasın? Bu hızda gidersem olimpiyat ruhuyla da olsa katılabilecek seviyeye gelirim tahminimce… Şimdilik katılmasak da duyuralım, katılanların omzunu sıvazlayalım, içimizden seneye görürsün sen diyelim vesaire.

20 Ağustos 2006

Bu Öyküler Şiirler Melodiler Nereden Gelir?

Hologram yapmama üzerine serbest stil deneme.

Sanatçı olmakla olmamak arasındaki fark nedir? İşte bu yaprağın kıpırdamadığı sıcak, boğucu Pazar gününde bir süredir aklımda olan bu konuda serbest stil saçmalamalarımı yazıyorum. Pandora’yı açtım, o da bana kadife seslerin söylediği yumuşak melodilerle eşlik ediyor. Bütün bunların muhteşem boğaz manzaralı fillamın bahçesinde bir fıstık ağacının gölgesinde gerçekleştiğini belirtmeme gerek var mı?

İşte ben de tam bundan bahsedecektim! Bir kere en başta açıklığa kavuşturalım. Sanat eseri ya da buluş dediğimiz her şey insandan çıkıyor. Şimdi sanat eseri ile buluşu aynı cümlede kullanmanın ne alemi vardı? İçimden öyle geldi. Ve bu bence herhangi bir davranışın olabilecek en geçerli nedenidir. Hala! (burada eski beni, beni eskiden beri bilenlere muzipçe göz kırpıyorum)

Dikkatli okuyucularımızın metodoloji olarak uzun uzun anlatmak yerine örnekler vererek açıklamak, hatta sadece örnek olmayı tercih ettiğimizi anlamış olduklarını umarak devam ediyoruz.

Peki ya,
Seni birdenbire değil,
Usul usul sevdim.

dizeleriyle
Umudum can çekişiyor hayat!
Bir şeyler yap.

arasındaki yedi fark nedir?

Cevap veriyorum; ilk şiirin dünyaya Gülten Akın’ın, ikinci şeyin(!) benim kaleminden gelmiş olmasıdır. Diğer altı farkı bilemeyeceğim…

Burada sanat eseri tanımını yayımlanmış, paketlenmiş, barkod numarasıyla birlikte ticari kullanımda yerini almış kitap, albüm, film, tablodan telif hakkından ve yaratıcısından bağımsız olarak, insan ruhunu okşama etkisi gösteren her şey olarak genişletmek istiyorum. Başka türlü benim pek özendiğim san’atçı cemaati arasına girebilmemin başka yolu yoktur!

Böyle düşününce işler kolaylaşıyor işte ve bütün bu san’at insanın neresinden çıkar diye sorabiliyoruz. Şimdi benden önce bilim adamları insan beynine dair bulgularını bu soruyla ilintilendirebilir. Efendim beynimizin sağ lobu yaratıcılıktan, sol yanı mantıktan sorumludurlar, ikisinin birleştiği yer, o bağlantının gücü, işlerliği, bunun hayatımız üzerindeki etkisi şeklinde bitmek bilmeyen bilimsel açıklamalar silsilesi zamanı geldiğinde hatmedilmek üzere sırada beklemektedir. Bir de derinsel açıklamalar vardır; bilinç, bilinçaltı, korteks, altbeyin vs. meraklısı google’da arayabilir. Bilinçaltına bilimsel ya da bilim dışı, legal ya da illegal yöntemlerle yapılan yolculuklar, kolektif bilinçaltı ile morfik alanlardan alınan mesajlar… Ondan sonracııma doğu öğretileri, bireysel karmamız, aile ve kültür karması, kundalini enerjisinin durumu ve daha neler neler…

Hayat! Zannımca yukarıda yer alan ya da almayan bütün yolların çıktığı yegane sonuç. Kendimizi bilmek için yaşıyoruz, bildiğimizi ifade etmek için sanat yapıyoruz.

Hayat hakkında yazmak kadar beyhude başka çok az uğraş vardır sanırım. Mesela zap yapmak bunlardan biri olabilir. Ya da ayaklarını uzatıp ayak parmaklarını hareket ettirmek ve bunu izlemek. Yattığın yerden tavanı izlemek ve sessizliği dinlemeyi de sayabilirim. Biraz zorlasam bilinçli yapıldığında bu yazdıklarımın hepsinin meditasyondan sayılabileceğini bile iddia edebilirim, ki bu birden bu eylemlerin boşluğuna bir anlam kazandırmış ve beni yine düze çıkarmış olur.

Hah! Buldum! Hayat hakkında yapılan insanı didaktik ve bir o kadar da uzak durulası bir havaya sokan monologlardan daha beyhude olabilecek şey bir insana ne yapması ya da ne yapmaması gerektiğini söylemektir, üstelik sorulmadığı halde! Peki bazı insanların hayata bunun için geldiğini ve bunun da gayet yerinde olduğunu yazarsam ne düşünürsünüz? Ne yani boş ve beyhude olduğunu ilan ettikten sonra bunu da ben mi yapayım? Daha iyi bir zamanlama olamazmış gibi?!!

Neyse, bırakıyorum dağınık kalsın. Bazı soruların tek ya da doğru cevabı olmayıversin… Biz farkında yaşayalım, hayat insan olduğumuzu öğrenmemize sahne olsun, o zaman öykü, şiir ya da müzik, yaptığımız her şey ya da yapışımız yaşama sanatının bir eserciği olsun…

18 Ağustos 2006

Çıkmaz Sokak mı Kardeşim Burası?!

Gördüğünüz gibi yan sütuna bağlantılar silsilesi ekledim. Ne bu hep ben hep ben? Şunu okudum, bunu dinledim… Millet de çok meraklıydı benim kafamda dolaşan tilkilere… Onlar da duruyor durmasına, birazcık aşağıya kaymış oldular şimdilik…

Efendim, bağlantılarımı ya da bağlandıklarımı öyle mahzun bırakmayayım, tanıştırayım. Yanda yer aldığı gibi herhangi bir sıra ya da kategori gözetmeksizin:

Bilimfeneri.gen.tr bizi bilimin feneriyle aydınlatmaya ant içmiş bir grup bilim insanı topluluğu. Çok şey öğrenmek mümkün, ancak cıvımaya gelmiyor, iyi de oluyor.

Ayda bir derki.com ne demiş ona bakarım. Sonra unuturum, bir sonraki hatırladığımda bir ay geçmiş, yeni sayı çıkmış olur. Pek doludur, pek günceldir ve niyeyse hep bizim gibi insanların yazdığını düşündürtür. Severim o nedenle.

Gapingvoid ve toothpastefordinner her gün yenilenen içerikleriyle ve ince mizah anlayışıyla beni bağımlı yapan iki ecnebi amca olur. İlki biraz yetişkin biraz pazarlama içerikli takılır. İkincisinin kareleri bir kenara blogunda yazdıkları da beni koparmaktadır. Bir de karısı vardır, marriedtothesea'de döktürür. Tencere kapak birbirini bulmuş dedirtir!

Efendim ecnebilere gelene kadar yok mudur ülkemizde hiç mizah yazarı? Olmaz mı?! Metin bey jazzettasında hem caz yapar hem kazete hem de bir dolu muziplik. Yazıları ve yorumları okuyuncaya kadar mesaiyi yer bitirir, söylemedi demeyin!

Hologram meraklılarından kareli weblog artık takip ettiğim bir blog. Onun dışında sima pek güncel gibi değil son zamanlarda ancak içeriği kadim olduğu için boş kaldıkça okumaya gayret ediyorum. Bilkent’ten Güneş, adı üzerinde güneş olup ısıtır. Yıllar önce bulmuş unutmuştum siteyi, geçende yine buldum. Acemi blogcu, adına kanmayın, hiç de öyle değil.

Hologramcılardan devam edelim; bir İngiliz ablamız bloglamaya başladı, adı inci kalbi de ışıktan. Takipteyim. Steve amcanın sitesi ağzımın suyunu akıttı. Amcam yememiş içmemiş tek kelimeyle mükemmel bir site yapmış. Forumda yazmış, pek de mütevazi. Maşallah diyorum, onu o kargaşanın arasına değil yukarı hologram bağlantılarıma ekliyorum.

Başka başka… Fraktal luup boş zamanlarda eşinmek için. Boş zamanı kim kaybetmiş de ben bulduysam? Janet Parke ablamız balerinlikten emekli olup bale öğretmenliği yapmış, fraktal programının kılavuzlarını yazmış, yetmemiş bir de gördüğüm en zarif fraktalları yapmış.

Türkçe vikiyi herkes bilir. Hologram başlığı elden geçmek adama benzemek için benim ellerimden mi öper? Ne yapar diye düşünmekteyim…

Kartpostalcı her pazartesi ziyaret edilir. Çaktırmamaya çalışılır ancak etraftakiler faltaşı gibi açılmış gözlerimi fark edince yandan yandan ekranıma üşüşür.

Kim kalmış? Hah, dans idolüm. Evinde üstsüz dansetmeyi adet edinmiş olan Amerikalı ağabeyimiz benim için tam bir başarı hikayesidir. Sabır sebat ve yaşama sevincini korumaktaki inat örneğidir. Her dansını indiremesem de, o kareli altlarını çok sevmesem de kalbimde olduğu gibi sayfamda da bir yer ayırdım kendisine. Komik adamdır vesselam…

Evet, çıkmaz sokaklıktan dünyaya kapılar açmaya terfi ettik, hayırlı uğurlu olsun. Açılışı yaptık değişiklik oldukça güncelleriz artık… Sağlıcakla kalın…

16 Ağustos 2006

Arkası Bugün

D. Gabor’un dersinden devam…

Bir önceki yazıda nelerden bahsetmiştik hatırlayalım: ışığın dalga olarak yayıldığını anlatmıştık. Bu dalganın girişim deseni oluşturduğunu söylemiştik. Birden fazla kaynak söz konusu olduğunda bunların birlikte oluşturduğu desenin aydınlık ve karanlık saçaklar oluşturduğunu da söyleyip bırakmıştık.


Bütün bunların keşfinden elli yıl kadar sonra sevgili Gabor amcamız elektronları daha iyi görebileceği bir elektron mikroskobu yapabilir miyim diye düşünmektedir. Aklına girişim desenlerini fotografik emülsiyonla kaplı plakaya düşürmek gelir. Fotoğraf geçmişimizden hatırlayalım, fotoğraf filmi dediğimiz şey ışığa duyarlı emülsiyonla kaplanmış jelatindir. Biz fotoğraf çekerek karanlık ortamdaki (fotoğraf makinesinin içindeki) filmi ışığa tabi tutar sonra da o filmi banyo eder, deklanşöre bastığımız anda vizörden görünen dünyanın yansıttığı ışığı yani görüntüyü kaydetmiş oluruz. Fakat fotoğraf yüzeyden ibarettir, paralakstan yoksundur.


Gabor’un yaptığı aynı kaynaktan gelen ışığı önce ikiye ayırmak, birini direkt olarak, diğerini de plakanın önüne koyduğu objeden yansıtarak plakayı pozlamak ve o plakanın dia pozitif baskısını oluşturmaktı. Plaka banyo edildikten sonra referans ışık kaynağı ile aydınlatıldığında plakadaki desen hem referans ışığın hem objeden gelen ışığın ortak girişim deseni olduğu için boşlukta objenin paralakslı görüntüsünü oluşturur. Sonradan yaptığı deneylerle sadece dia pozitif değil, negatifin de aynı özelliği gösterdiğini anladı ve vay bee dedi. Yani tahminimce demiştir.


Bu nidayı benim kullandığım an ise bu basit işlemi çok ilgisiz bir alanda işyerinde yapıyor olduğumu fark ettiğim an oldu. Tabii ki işyerinde hologram yapmıyorum, ancak geleceğe yönelik bir takım tahminler ya da projeksiyonlar yapmam gerektiğinde son gerçekleşen veriyi alıyorum, gün sayısının değişken olduğu bir hale dönüştürüyorum, bir denklem oluşturuyorum yani, sonra gün sayısını değiştirip denklemi sondan çözüyorum ve böylece aynı eğilimde giderse gerçekleşen verinin bir hafta sonra alacağı değeri bulmuş oluyorum. Birbirinden farklı özelliklere sahip yetmiş kalem için bunu uyguladığımda aynen burada yazdığım gibi virgüllerle ara verilip bir türlü bitmek bilmeyen bir süreç oluyor. Ama olsun, ucundan bucağından hologram tekniğiyle ilgiliymiş ya bundan sonra oflayıp puflamadan yaparım.

Sonraki yazılar umarım dersin devamından, hologramın nasıl da her parçasında bütünün tamamını oluşturduğundan bahsediyor olacak. O zamana kadar haydin sağlıcakla...

10 Ağustos 2006

Holografik Bakış

Geçen hafta sipariş verdiğim kitaplar dün geldi. Türkçe kaynaklar arasında ‘hologram’ isminde arama yaptığımda daha önce burada bahsettiğim kitap dışında bir tek Ahmed Baki’nin Holografik Bakış adlı kitabı çıkıyordu. Hologram adına yazılmış her şeyi okumak adına –yazılmamışları ben yazacağım ya- tereddüt etmeden onu da bu partide sipariş ettim. Ahmed Baki’nin kendi sitesinden de okunabilecek olan bu kitapçığı işyerinden eve gelene kadar bitirmiştim bile.

Hologram, bilinç, evren, bilim, kuantum ve bütün bunların çıktığı kapı; teklik üzerine yazılmış bir çırpıda okunan makaleler yer alıyor. Ne kitapta ne de sitede kendisi hakkında diğer kitapları dışında bir bilgi yok. Telif hakkı talep etmemesiyle bir ilgisi var mı acaba?

Hologramın felsefi yanı söz konusu olduğunda mevcut kaynakların çoğunluğunun tasavvufla ya da genel olarak teoloji ile ilgili oluşuna şaşırmıyorum. Bilim adamları teolojik kaynaklarda yazanları, tasavvufla ilgili olanlar bilim adamlarının dediklerini doğrulayan şeyler ifade ediyorlar. Zaten tek bilgiden, gerçekten bahsediyorsak öyle de olması gerekir. Kişisel olarak kimseye herhangi bir tavsiyede bulunmuyorum. Her bilinç seviyesinin kendisine hitap eden kaynakları eliyle koymuş gibi bulduğunu düşünüyorum. En azından bende öyle oluyor diyeyim. Bilinç seviyemi yükseltmek, kendimi bilmek, farkında ve huzurlu yaşamaktan daha büyük bir amacım ya da dileğim yok.

Fazla uzattım. Neyse, sözün kısası Ahmed Baki’nin sitesini çok profesyonel buldum ki bu benim için önemli bir göstergedir. İçerik okunacak, ifade de gayet nötr. Blogu bile var, işyerinden açılmasa da…

06 Ağustos 2006

Girişim Olayı ve Işığın Dalga Geçmesi

Lazer hakkındaki yazıda bir fotonun nasıl doğduğundan ayrıntılı olarak bahsetmiştim. Aradan geçen zaman içinde öğrendiğim yeni şeylerle bunu birleştirmek için beyhude bir çaba harcadım. Şu anki bilinç seviyemle diyebilirim ki, foton dediğimiz, kütlesi olmayan, ışık hızında giden şey canı istediği zaman parçacık gibi, canı istediği zaman da dalga gibi hareket ediyormuş. Yani benim enerji paketi deyip yere göğe koyamadığım foton düpedüz dalgasını geçiyormuş mübarek!

Bu bilgiyi daha sonra tekrar hatırlamak üzere bir kenara bırakıp wikipedi’deki şu cümleye bakalım: Bir elementin en küçük birimi nasıl atomsa, elektromanyetik radyasyonların da en küçük birimi fotondur. Ve: Elektromanyetik radyasyonlar, sinüsoidal yayılım yaparlar.


Işığın böyle dalga gibi bile değil, dalga olarak hareket ettiğini taa 1805’de Thomas Young amca çift yarık deneyi ile ortaya çıkarmış. Şekilde görüldüğü gibi bir plakanın üzerinde birbirine yakın iki yarıktan ışık geçirildiğinde sonuç karanlık ve aydınlık saçaklardan oluşan bir desen oluyor ve biz buna girişim deseni diyoruz.




Daha ayrıntılı bilgi ve çeşit çeşit görsel için bu siteye bakınız, her köşesini kurcalayınız.

Işığı tek yarıktan geçirdiğimizde yine merkezde bir aydınlık ve iki yanında giderek küçülen karanlık ve aydınlık saçaklar görürüz, buna da ışığın kırınımı deniyormuş.

Bu adreste şimdiye kadar özetlemeye çalıştığım girişim desenleri hakkında benim anlatmak isteyip de dile dökemediğim tüm bilgileri bir yüksek fizik öğretmeni anlamadan edemeyeceğiniz şekilde açıklamış. Benim bunları tekrarlamamak ve basitleştirmek adına diyebileceğim tek şey, ışık biz öyle görmesek de dalga olarak hareket eder, plakaya çarptığında girişim deseni dediğimiz bir nokta etrafında dışa doğru çevrelenen halkalardan oluşan bir desen oluşturur.


Lisefizik.com daki java simülasyonlarını izlediğimde, özellikle de girişim deseni oluşturan programı indirdiğimde karar verdim; eğer fraktal sanatta tutunamazsam opartist olacağım. Ecnebilerin opart dedikleri ve yetmişli yıllarda polyester kumaşa basıp gömlek yaptıkları desenleri yapıp yapıp duvarıma asacağım. Bu da böyle biline!

Ne diyorduk bir önceki yazıda, Nobel dersi çalışılacak. Çalışıldı, nitekim. Ve bir haftadır içinde o kadar yoğun bilgi içeren belgeyi nasıl yapsam da seyreltsem, basit bir dille anlatsam diye düşünüyorum. Yukarıda bahsettiğim ilk birkaç sayfalık ve işin temeli olan kısım. Kadir Can Erbaş bey sağolsun lisefizik sitesiyle işimi fazlasıyla kolaylaştırdı. Devamı haftaya diyorum ve Oya Başar repliğini tekrarlıyorum: Beni özlemeye devam edin anacım!