16 Temmuz 2006

Kitabı Okudum Bitirdim

Holografik Evren’i bana göre hızlı sayılabilecek bir sürede okuyup bitirdim. Hologramın tekniğiyle ilgili yegâne bölümler zaten bir önceki mesajda bahsettiğim bölümlermiş. Kitabın devamında ölüme yakın deneyimlerden tutun ufolara kadar şimdiye kadar parapsikoloji ya da mistizm veya kendi uygun gördükleri başlıklar altında incelenen diğer konulardan ve bunların nasıl da her şeyin bir hologramın parçası olduğunu kanıtlayışından bahsediyor.

Böyle şeylere dair bir deneyimim olmadı, astral seyahat falan yapmışlığım yoktur. Uzaylı olduğunu iddia edene de rastlamadım. Ancak bu kitapta daha önceleri merak ettiğim ya da etmediğim konularda geçen bir dolu örnek bile bana yeni bir şeymiş gibi gelmedi. Olabilir, mümkündür ancak işim olmaz gibi gayet serin bir duruşum var şimdilerde. O nedenle birçok insanı şaşırtacağını tahmin ettiğim –herkesin benim gibi aşmış olmayacağını kibirli kibirli varsayaraktan- birçok konuda birçok örnek yer alıyor. Benim için yeni olan tek şey, bana hala hologramla pek ilgili görünmese de Sai Baba hakkındaki bölüm.

Sai Baba, bir hint bilgesi. Geçmiş zamanda yoga hakkında araştırma yaparken hakkında çok az bilgiye ve birkaç fotoğrafa rastlamıştım. Hint felsefesinin batı tarafından ilk keşfedildiği zamanlarda yaşamış, Avrupa ziyaretlerinde bulunmuş vesaire. Hint kültüründe bilge çok tabi ancak gördüğüm fotoğraflarında açıklayamadığım bir şey vardı. Bakışları öyleydi ki insan sürekli ona bakmak istiyordu. Hani onbeş yaşımda olsam posterini odama astıracak denli etkilemişti beni. Üstelik baktığım şeyin gayet düşük çözünürlüklü 30 40 yıl öncesinden kalma siyah beyaz fotoğraflar olduğunu bildiğim halde bu isteği duymama anlam veremeyip yoga öğretmenime danışmıştım. O da bana güçlü titreşime sahip insanların fotoğraflarda bile o enerjiyi yayabileceğinden bahsetmişti. Sonra bir başka hint bilgesinin fotoğrafında da Sai Baba’nınki kadar olmasa bile pür sevginin bakışlardan nasıl yayıldığına tanık olmuş ve bu konuyu tamamen unutmuştum.

Kitapta bedenimizin ihtiyaçlarını yoktan var edebileceğine dair örneklerden sonra (otuz beş yıl hiçbir şey yiyip içmeden yaşayan bir kadın gibi) Sai Babanın da tıpkı illüzyonistler gibi avucunun içinden mücevherler, ya da yiyecekler yarattığını anlatıyor, bütün bunların tanıklarının ve filmlerinin mevcut olduğundan bahsediyordu.

Kitap hakkında en çok hoşuma giden şeylerden de bahsedip noktalayayım. En önemlisi, hayatta tek önemli şeyin sevmek ve öğrenmek –iki şey oldu, cümle düştü, neyse- olduğundan bahsettiği ölüp dirilenlerin deneyimlerine dair bölümdü. Ben de bu blog için isim ararken aklıma ilk gelen ‘sevgi tek gerçektir’ anlamına gelen Latince bir cümle idi, kafa karıştırmamak için vazgeçmiştim.

Diğer şey ise yine ölüm zamanı geldiği halde karşısına çıkanlara yeterince dans etmediğini söyleyen bir kadın hakkında yazılanlardı. Yazdığına göre melek mi artık her kimse buna içtenlikle gülmüş ve onu doyasıya dans edebilmesi için hayata geri dönmesine izin verilmiş. Bunları okuyunca ben de içtenlikle güldüm ve böyle bir duruma düşmemek için tekrar dans etmeye başlamam gerektiğine karar verdim.

Hiç yorum yok: