28 Eylül 2006

Deney #4

Ekipman: Mevcut Hologram Seti ve 8mWlık yepisyeni lazer diyotum
Pozlama: 5+2 dakika
Sonuç: Ne sonucu? Ne sonucuu?! Böyle sonuç odaklı işleri methedip beni dellendirmeyin diyorum!!!

Yukarıdaki iki satırdan anlaşılacağı gibi hologram yarışmasına yetiştirme umuduyla Salı günü apar topar değiştirdiğim lazerimle yaptığım ilk denemeler de herhangi sevindirici bir sonuca ulaşmadı. Ne umutluyum oysa ki… Lazerin gücünü arttırdık ya, şıppadanak yapacağım sanmıştım, bir önceki gün iyice dinlenip –uyuyakalmanın nazikçe ifadesi olur bu da- dün de gezmelerden erken dönmüştüm. Hele bir de dün öğledensonra birden bire karşıma çıkan projeyle ilgili daldığım hayallerden sonra bu mesajı yazarken nasıl utanıyorum, bilemezsiniz.

Olsun, moralimizi bozmayalım. Sanki hologram yapamadığım ilk deney, hah! Ben böyle hologram yapamaya yapamaya, yaptığım ilk anın coşkusuna yatırım yapıyorum bikerem! Züğürt tesellisi fonda çaladursun dün akşam lazerle yaşadığım münasebeti anlatayım, bu hakikaten komik!

Efendim, -bir kitlemiz var ya, öyle kendi kendine konuşmak modundan kalabalıklara seslenmek moduna geçtiğimizin resmidir- daha şık olduğunu daha önceki yazılarda müjdelediğim yeni lazerimiz, 8 mWlık güçte ışın yaymanın yanında biraz daha alengirli bir yapıya sahip. Çapı ve boyu biraz daha büyük ve önündeki merceği vidalı olması sayesinde ileri geri hareket edebiliyor. Bunu yapan vida da mikronlarla ölçülecek boyutuyla gövdenin üzerine gömülü halde duruyor.

Lazeri alırken bütün özelliklerini gösteren bir demo yaptık, merceği uzaklaştırdık, yakınlaştırdık, çıkardık. Bu fasilite ışını nokta şeklinde odaklamakla ilgili ve odaklamak istediğiniz yere olan uzaklıkla değişiyor. Neyse, merceği uzaklaştırdıkça odak dağılıyor ve benim sette tam ışın ayırıcı denen zımbırtının yaptığı şeyi yapıyor olduğunu farkettim ve bir kez daha sevindim. Merceği üzerinde, hiza ayarlama işinden yırttık diye sevinirken büyüteç etkisinin mercek üzerinde birkaç noktayı görünür hale getirdiğine şahit olduk. Tozdur, temizlenir deyip geçtik.

İşte evdeki eğlencenin ilk durağı bu toz zerresinde konuşlanmış oluyor. Ben, daha önce fotoğraf makinası, agrandizör gibi başka hassas aletlerin hassas objektiflerle daha önce haşır neşir olmuş, bilinçli –olduğunu iddia edebilecek diyeyim artık- bir insan olarak eve gelince lazeri çalıştırdım, toz zerreciğinin yerinde takıldığından emin oldum, bir kulak temizleme çubuğunu elime aldım ve refleks olarak dilimle ıslatıp merceğe bastırdım! Dakka bir gol bir! Ve hemen yaptığımın ne kadar salakça bir iş olduğunu mercekte bir çiçek gibi açılan izden anladım. Yılmadım, kulak pamuğunun temiz tarafıyla biraz ovaladım ki böylece salyamı merceğin yüzeyine eşit olarak yayabileyim! Şimdi bunları yazarken kahkahamı zor bastırıyorum ancak akşam işler bambaşkaydı. O en az kullanılan kelimeleri kullanmadıysam da isyan ettiğimi hatırlıyorum, vermeyin böyle şeyleri benim elime, ne işim var elimin hamuruyla minnacık mercekleri temizlemeye diye…

Bir derin nefes alıp verdikten sonra aklıma dizüstünü –ve diğer teknolojik oyuncakları- temizlemek için aldığım köpük sprey geldi aklıma. Daha kötü olamaz diye düşünüp onu püskürttüm. Deneyselliğim öyle üzerimdeydi ki, onu bile önce çalkalamadan –çalkalamak gerektiğini biliyordum halbuki- sonra çalkalayarak olmak üzere iki kere uyguladım. Bir süre elimde köpükten görünmeyen merceğe bakıp bu köpük kendi kendine mi eriyecek yoksa kulak pamuğuyla dürtmeye devam mı diye kararsız kaldım, baktım köpüğün eriyeceği yok, bu sefer temiz bir kulak pamuğuyla temizledim.

Lazere tuttuğumda zerreciklerin nurtopu gibi yerli yerinde durduğunu görünce hmm dedim, demek diğer tarafındaymış. İç tarafa toz girmesini aklım kesmemekle birlikte o kadar kurcaladık, orası da eksik kalmasın diyerek köpük işlemini ters tarafına da uyguladım, toz zerreciklerine kulak pamuğunun liflerini ekledim, onları iyice ovalayarak ilk aldığımdan daha temiz olmayan bir şekilde bu ızdıraba son verdim.

Sonra bir de bu vida ne kadar açılıyor acaba diyerek vidayı çıkartmam –düşürmem- onu arayıp, yerine takmaya çalışmam, defalarca takamamam vardı ki bu performansımı görüp, ben yine kek börek, ekmek yapmaya vereyim kendimi, en azından karnım doyar diye düşünmedim değil.

Meşakkatli temizleme faaliyetinden sonra lazeri sabitleme işini şaşılacak bir çabuklukla hallettim ve hemen pozlamaya geçtim. Özellikle belirtmek istiyorum ki, ışın ayırıcı yerine merceği ileride tutarak ışını yaydığım iki –başarısız- deneme yaptım. İlkinde 5+2,5 ikincisinde ise 8+5 dakika pozladım, güçlü ışıkla şokladım. Ve eskisinden bile beter, süper şeffaflıkta iki cam parçam oldu. İlk pakette sanırım sonuncu plaka duruyordu ancak ikisi de böyle çıkınca süreyi arttırmanın bir mantığı olmadığını düşündüm ve henüz erken olmasına rağmen gidip yattım.

Şimdi, bilim önlüğümüzü yine de giyip neden böyle olmuş olabilir sorusuna cevap arayalım: Aklıma ilk olarak, yaptığım en büyük değişiklik olarak ışın ayırıcıyı kullanmamış olmak geliyor. Sonra, eksik pozlama vs, eski bildik hikayeler… Ve daha öncesinden farklı olarak, açtığım kutunun işe yaramaz, bozuk olduğunu, bir üretim hatasının benim başıma patladığını falan düşünüyorum. Forumda benim gibi birinin –bu konuda yeni anlamında- iki zarı üst üste koyup hologramını yaptığını görmesem bu şüphemi genelleştirecek, bu hazır setin plakaları zaten çalışmıyor diyecektim ancak diyemiyorum… Bakalım kısmet diğer kutuya…

Bu arada havlu atmak gibi olmasın ancak hologram yarışmasına yetiştirebileceğim bir hologram yapma olasılığımın epey düşük olduğunu görüyorum. Bir haftadır dengeyi bu tarafa fazla kaydırmış olmanın taktığı bir çelme belki de… O nedenle, dengeyi tekrar kurmak, moralimi düzeltmek, dünyada keyifli başka şeyler olduğunu da hatırlamak adına bu akşam kendimi dansa vuruyorum ve döne döne uçup kelebek oluyorum.

27 Eylül 2006

Uzaylılara Nanik

Forumda dolaşırken yeni bir bilim sitesine rastladım. İlgili konuyu okuduktan sonra ilk yaptığım hologram ve holography kelimelerini aratmak oldu ve bakın karşıma ne çıktı! Bir capon sanatçı amca Afganistan’da yıkıma uğrayan 1600 yıllık heykellerin hologramlarını eskiden bulundukları yere projekte edecek bir proje peşindeymiş!

2005 tarihli bu habere şimdi rastlamış olmak bir miktar utanç duygusu yaratmadı değil. Şimdiki hali ne olmuştur diye hemen ara gugıl bul gugıl yaptım ve Hiro Yamagata amcanın sitesine, oradan haberde bahsi geçen projenin sitesine ve aynı anda tabii ki wiki deki bilgilere ulaştım.


İşte budur diyorum! Hiro Yamagata amca, yaşımı neredeyse ikiye katlayan ömrü boyunca yememiş içmemiş birbirinden görkemli projelere imza atmış. Bir insan bu kadar mı büyük düşünür ve bütün bunları bu kadar mı sistemli bir şekilde hayata geçirir?!!! Kendisini biraz geç keşfettim ancak vizyonuyla bir anda gözüme giren ikinci Japon sanatçı oldu. (ilki bir film festivalinde kendisi hakkında yapılan belgeselini izlediğim Araki Mentari olmuştu. Sen o kadar fotoğrafla ilgilen bu adamı es geç diye epey bir hayıflanmıştım kendi kendime.)

Ben yeni tanıştığım ya da bu yeni hobimi bilmeyen eski tanıştığım kişilere heyecanla anlatırken herşeyin mümkün olduğuna, yaparsak olacağına olan inancımla ve böyle bir vizyonun gerçekleşmesine iştirak etme heyecanıyla konuşuyorum konuşuyorum. –ki normalde konuşkan biri değilimdir- Genellikle ikinci cümleden sonrasını dinleyen olmuyor. Böyle olduğunu görünce başka bir şey deneyeyim dedim ve ‘Hologram mı? Ne iş?’ diye soran son kişiye peşin peşin söyledim: ‘Bak kardeşim, ben son zamanlarda neredeyse bütün boş mesaimi buna ayırıyorum ve çok heyecan duyuyorum. Bu da bana, bu kilit soruları soran birini üç saat aralıksız konuşarak esir alabilme performansı sağlıyor. Bu bilinçle yine aynı soruları sormak istediğinden emin misin?’ dedim, konuyu değiştirdi! Ve ben buna acayip bozulmuş olmalıyım ki, böyle konuşmaya başladığımda duyduğum heyecanın nedeninin yaptığım/ gayret ettiğim/ deneyip durduğum işlerin Bamiyan Budalarının yansıtılması gibi geniş vizyonlara uzanıyor olması olduğundan önce anlattım.

Neyse, gelelim Yamagata amcanın marifetine. Programdan anladığım kadarıyla henüz kaçırdığımız bir şey yok, projenin 2009 ortasında hayata geçeceği öngörülüyor. Yapılan şeyse, Afganistan’ın Bamiyan şehrinde budist rahiplerin 1500-1600 yıl kadar önce yaptığı ve 2001’de tahrip edilen Buda heykellerinin eskiden bulundukları yerde haftada birkaç saatliğine de olsa hologramını yansıtacak bir lazer düzeneği kurulması.

Ve ben bunu okuyunca düşünmeden edemedim. Uzayda, binlerce milyonlarca yıl uzaktaki yerlerden dünyamızı gözleyen uzaylılar varsa ve onlar teleskoplarını tutup da Afganistanın göbeğine doğrultmuşlarsa şaşırmazlar mı; birileri dağları oyup heykel yapıyor, hop, heykeller gidiyor, hop geri geliyor, hop gitti hop geldi…

24 Eylül 2006

Deney #3

Ekipman: Mevcut Hologram Seti ve 1mWlık yeni lazer diyotum
Pozlama: 5+5 dakika

Sonuç: Sayılmaz.


Deneyin ayrıntılarına geçmeden önce yeni (ve en kısa sürede değişecek) lazer diyotumdan bahsedeyim: Dün, yani cumartesi günü, hologram yarışmasının son haftasına girmenin verdiği gazla cebime dolarları koyup koçtaş power’ın Merter’deki mağazasına gittim. Bir önceki hafta gibi olmaması için Cuma akşamı uzun zamandır görmediğim arkadaşlarımı bir miktar hayal kırıklığına uğratmak pahasına eğlenerek geçirebileceğim saatleri uyumaya ayırdım ve ancak o sayede sabah erkenden kalkıp yola koyulabildim. Google map sağolsun, önceden hazırlığımı yaptığım için daha önce hiç gitmemiş olmama rağmen mağazayı elimle koymuş gibi buldum.


Biraz sıra bekledim ve benimle de ilgilendiler. Yanımda, ismini daha fazla yazarak arama motorlarını yanıltmamak istediğim setin zamazingolarını da götürmüştüm. Niyetim, üç pille çalışan güç kaynağımla kullanabileceğim 8 mW gücünde ışın veren kırmızı nokta lazer almaktı. (bozduğum diyotun üzerinde class 3a yazıyordu, ki bu çıkış gücü 1 ila 5 mW arasında olduğunu gösteriyormuş, lazer pointerın da ondan daha güçlü olmadığını ve önceki deneylerde hologram yapmaya yetmediğini düşünerek 5 mWdan daha güçlü bir lazer arıyordum ve listede 8 mW vardı) Fakat mağazadan çıkarken elimde 1 mWlık bir lazer ve gücünü prizden almasını –dolayısıyla sabit kalmasını- sağlayan bir adaptör vardı ve ikisine beklediğimden çok daha az, 25+15 yani 40 dolar verdim.

Şimdi düşününce sadece boyut bakımından elimdeki setle kullanabileceğim için gücünün yetmeyeceğinden neredeyse emin olduğum bu lazeri almam bana da saçma görünüyor. Ancak 8 mWlık ile değiştirebileceğime garanti verince yine de bir deneyeyim diye düşünmüş olmalıyım. Nitekim denedim ve olmadı. Değiştirmeden önce bozduğum lazerle birlikte bir fotoğrafını çektim. Gördüğünüz gibi ikisi de mini minnacık şeyler ancak Huanic marka yeni lazer (sağdaki) Amerikalı muadilinin yapmadığı şeyi yapmış ve hassas olan –dikkatsiz bünyelerin metal klipslerle kıstırıp kısa devre yaptırabileceği(!!!)- kısmını herhangi bir şeyden zarar görmeyecek şekilde korumuş. Bravo diyorum!


8 mWlık olanı daha da şıktı. Boyutları biraz daha büyüktü –hala serçe parmağım kadar bile değil- ve önündeki merceğini değişik uzaklıklara odaklayabilmek için ileri geri hareket ettirme imkanı veriyordu. Fiyatının 37.5 usd olması gerekiyor ve hatırladığım kadarıyla aldığım adaptörle birlikte kullanılabiliyor ve tabii, yarın değil Salı günü benim almamı bekliyor.

Gelelim üç plakayı daha çöpe dönüştüren deneylere… Obje olarak setin içinden çıkan metal prenses leila heykelciğini kullandım. Aslında hologram yarışmasına göndermek için bir köpek biblom vardı. Ancak yüzeyi mat olduğu için ilk denemede sağlıklı sonuçlar vermeyebileceğini düşündüm. İlkinde 5 dk objeyi 5 dk da boş plakayı pozladım. Biblonun kafasını da alması için plakayı boyuna yerleştirmiştim. Fakat onuncu dakikada plakayı sabitleyememiş olduğumu ve ağırlığına yenik düşüp gözle görülür bir şekilde öne kaydığını fark ettim. Sonuç, sayılmaz!


Eh, her denemede bir hata payı vardır, önce görüntüyü oluşturalım isterse kellesi çıkmasın diyerek bir sonraki denemede plakayı yatay koydum ve 10+5 dk pozladım. Süre bitince de daha önce hologram forumunda okuduğum gibi halojen lambanın en açık ışığına tutarak şokladım. I ıh! Yine görüntü yok!

Üçüncü ve son olarak pozlama süresini 15+10 dakikaya çıkardım, aynı şekilde şokladım ve hala görüntü olmayınca normalde kullanmadığım kelimeleri sayıp dökerek deneylere son verdim.

Pozlama sırasında ilginç bir şey fark ettim. Yeni lazeri adaptöre ve onu da uzatma kablosuna bağlayabilmek için düzeneğin açısını değiştirmiştim ve bu sayede lazerin ışığı önce ışın ayırması beklenen minik mercekten objeye ve oradan da plakaya ulaştıktan sonra arkasındaki duvara yansıyordu ve mercek büyüteç etkisi yarattığı için normalde göremeyeceğim ayrıntıları ortaya çıkarıyordu. Bir anda duvarda girişim deseni görünce heyecanlandım ve tam işte bu diyecekken plakayı kaldırmak geldi aklıma. Benim girişim deseni sandığım şey meğer ışın ayırıcıdan kaynaklanıyormuş. Bunun normal olup olmadığını bilemiyorum ancak o anki hissiyatım elimdeki şeylerin sandığımdan da uyduruk olduğu yönündeydi.

Bütün bunların sonucunda ilk olarak lazeri değiştiriyoruz. Daha sonra da foruma soruyoruz. Bir yandan hologramını yapacağımız objelerimizi allayıp pulluyoruz –bkz holografik objelerle ilgili gelecek mesaj- ve eğer şanslıysak bütün bunları bu hafta içinde yapıp hevesli bir taze olarak ilk hologramımızı yapmış ve süresi bitmeden hologram yarışmasına yetiştirmiş oluyoruz.

Lafı bu kadar uzatmışken oldu olacak birden hologram yarışmasına ilgi duymamın nedenini de yazayım: Birincisi, hologramın kendisini göndermiyoruz, en azından katılmak ve yarışmak için. İkincisi zaten çok az kişi katılıyor, geçen sene dört kişiymiş, bu sene sanırım onu ya bulacak ya da bulmayacak. Üçüncüsü katılmak için deneyimli olmak gerekmiyor, yenileri de özendiriyorlar ve tabii son olarak ödüller, sponsor firmalardan indirim çekleri, hologramlar vs. Tam da carlsberg gibi bir sponsorum olsa derken iyi bir başlangıç olurdu… Denemeye devam. Bu gidişle yeni lazerlerle yapamadığım hologramı iman gücüyle yapacağım, o olacak!

23 Eylül 2006

Arif 2006 – Gidemediğim Festival

Araştırma ve İnovasyon Festivali 2006

Geçtiğimiz Çarşamba iki arkadaşımla Beyoğlu’na, bir konsere giderken metroda afişini gördüm. Netten bir bakayım dedim ve tabii ki anında unuttum. Hatırladığımda Cuma öğleden sonra olmuştu ve program yapmak için çok geçti. Ben de şu anda açılmayan sitesinde neler kaçırdığıma bakıp iç geçirdim.

Ufkumuzu açacak bin türlü projenin içinde Momentum AŞ nin üç boyutlu film ve bilgisayar oyunu demosu, doğal olarak ilgimi çekti. Üç boyutu okuyunca kalp atışlarım hızlandı tabi. Ancak açıklamasında bilgisayar teknolojisi ile fotoğraflara derinlik verilip animasyonunun yapılması gibi bir şey yazıyordu ve bunu okuyunca kalbim normal hızına geri döndü. Medyalab’in yaptığı sitede bu teknolojiyi kullanarak yaptıkları bir tv programının demosunu izledim; Adile Teyze ve kuzucuklarım –yeni değil anladığım kadarıyla, yayımlanıp kalkmış bile olabilir, tv izlemediğim için ancak şimdi haberim oluyor- tek kelime ile korkutucu idi! Bana göre tabi :o

İnternette 3 boyutlu film çeken video kameralara rastlamıştım. Anladığım kadarıyla derinlik katma bakımından benzer bir iş yapıyorlar ancak bana sorarsanız hologramın yanından yöresinden geçemezler. -gerçi dün bir arkadaşıma hologram yaptığımdan bahsedince o da hologramları korkutucu bulduğunu söyledi- Üstelik görüntü de dijital yolla oluşturulduğunda sonuç gerçeğin kötü bir taklidinden ibaret oluyor ve beni isyanlara sevk ediyor. Gerçeğine benzeyenini yapamıyorsanız yaratıcılığınızı koyun, benzemeyenini yapın, karikatür yapın, animasyon yapın kardeşim!

Neyse, festivalde bir de zihni sinir procelerinin demoları varmış ki asıl kaçırdığıma üzüldüğüm kısım bu oldu. Akşam da konser dinlenip araştırmacı ve inovasyoncuların kafa dağıtma gecesi olarak geçirilecekti.

İnovasyon konusunda söyleyeceğim son şey eklediğim son bağlantıyı tanıştırmak hakkında. inovasyon.com a daha önce rastlamıştım ancak aktif görünmediği için bağlantılara eklememiştim. Festival inovasyon konusunu hatırlatınca tekrar bir baktım, görmeyeli hareketlenmiş. Ben de başlıktaki alıntıya tamamen katıldığımı belirtiyorum ve yeni aldığım lazerimle hologram yapmaya geçiyorum.

20 Eylül 2006

İçinden Kuantum Geçen Filmler I

Ne #@√! Biliyoruz Ki!? (2004)

Bu filmi ilk kez film festivalinde, (ifistanbul’muş, basın bülteninden okuyup hatırladım) ikinci kez de geçtiğimiz hafta dvd’den izledim. İçinde açık olarak hologram geçmese de hakkında ahkam kesmeyi kafama koymuş, bunları kelimeye dökmeden önce şöyle bir araştırma yapayım diye bakarken yazılabilecek herşeyin zaten yazılmış olduğunu gördüm. Türkçe resmi sitesi bile olan film hakkında istemediğniz kadar çok bilgiye wiki den ulaşabilirsiniz.




Bendeki etkilerine gelince… Zaten bildiğim şeyleri hatırlatıyordu diyemeyeceğim bu sefer. Festivalde izlediğimde hologram konusuna bu kadar derinlemesine dalmamış, şimdi tanıdık gelen atomaltı parçacık dünyasıyla haşır neşir olmamıştım. Geçen hafta ise bütün bunların üzerine, son zamanlarda kafa yorduğum konularda, başta dalga-parçacık ikilemi olmak üzere verilen bilgileri farklı bir idrakle izlemiş oldum. Gerçek bilgiyle karşılaştığımda, o konuya ilgi duymuş olsam da olmasam da sanki uzun bir aradan sonra sevdiğim birine rastlamış gibi seviniyorum. Daha doğrusu, tamamını anlamamış olsam da, bende yarattığı hoşluk duygusunu filmde yer alan bilgilerin öğrenilme sırası gelmiş eski hatıralar olduğuna yoruyorum, kendi kendime mutlu oluyorum işte.

Darısı Alice’in Harikalar Diyarı’na gönderme yaptığı devam filmine… Ekim’de Türkiye’deymiş…

17 Eylül 2006

Bağlandım Bağlandın Bağlandı

Zihnimiz güçlenedursun, yan sütuna yeni eklemeler yaptım, hemen onları tanıtayım.

Sinan Canan’ın sitesinin bağlantısını bir önceki mesajda vermiştim, şimdi bunu kalıcı hale getiriyorum. Bu siteyle sanırım birkaç yıl önce fraktal sanatla ilgili arama yaparken rastlamıştım. Fraktallara bayılıp, yapanın bizden olmasından dolayı gurur duymuştum. Şimdi biraz daha karıştırdım, o zaman ismini cismini duymadığım birçok konuda benzer bir ilgi geliştirmiş olduğumu fark edip hayret ettim. Her köşesi okunası sitelere ekliyorum ben de…

Efendim, yaşamayı severim diye mottomuzu yazmıştık, yaşamı sevenlerin kulübü varmış!

Çizer-yazar tayfasından bahsederken ufak bir yanlış yapmışım: married to the sea, drew’le nathali’nin ortak sitesiymiş, nathalinin sitesi burasıymış. Çizgileri pek minimal, çok basit ve çok esprili, ancak kalemi biraz sivri ablanın, aman dikkat diyorum.

Altı üstü tasarımı nasıl unutmuşum? Mehmet Doğan’ın kullanıcı deneyimi ile ilgili yazılarını ve hoş üslubunu eskiden beri severek okurum. Ancak aynı ismi taşımaması nedeniyle açık adresini ezberleyememişimdir…

Son bağlantı ise dünyayı kazan kendisini kepçe ilan etmiş, bulduğu her fırsatta gezerken bloglamayı da ihmal etmeyen arkadaşımın adresi. Kendisi renkli bir kişiliktir ve blogu olan tek arkadaşımdır.

Bağlantılar kısmı aklıma geldiği kadarıyla bu kadar. Hologramı pratiğe dökme konusu pratik engeller yüzünden ertelenip durdu. Bu hafta bir lazer almış ve yeni denemelere başlamış olmayı umuyorum. Bu arada İstanbul’da lazer diyot satan yer bilen var mı? Ben buradan 650 nm dalgaboyunda 9 mW gücünde ışın veren ve üç pille çalışan bir tanesini seçtim sanırım ancak tek bir yer bulabildiğim için fiyat ya da marka bakımından karşılaştırma yapamıyorum ve aldıktan sonra daha uygunuyla karşılaşmamak için sayısı bini geçen ziyaretçilere de bir danışayım dedim…

14 Eylül 2006

Zaman Enerjisi

Son okuduklarım kısmında yerini almadan ayrıntılı bir yazı yazmama eğilimindeydim. Ancak dün okuduğum cümleyi buraya da yazmadan edemeyeceğim. Beynimde bir ampulün çaktığı an oldu.

Efendim, kitabımızın uzun adı, Dinlerde, Bilimde ve Metafizikte Zaman Enerjisi. Murry Hope’un yazdığı, Mehmet İsmail’in çevirdiği, Ruh ve Madde Yayınları’nın bastığı kitabı son partide sipariş etmiş, tatilde okumak üzere yanıma almış ancak Politika adlı o son derece gereksiz kitaba, hafif bir tatil kitabı olduğunu düşünerek öncelik tanıyıp sonra da aylaklığa teslim olup konsantrasyon gerektiren herhangi bir işe girişememe halinden ötürü başlamakla birlikte ciddiyetle düşmemiştim. Ne büyük hata!


Şimdi kitabı tekrar karıştırıyorum, bölümlerden bahsedeyim diye, ucundan köşesinden tutulur tarafı olmadığını görüyorum:
Zaman Nedir?
Zaman ve Evren
Paralel Evrenler mi?
Zaman Eğimleri, Düğümleri, Kaymaları ve Kapsülleri diye uzayıp gidiyor. Sanırım kitabı okumaya hemen bölüm birden başladım. İşyerinde enselenmeden ve lafı fazla uzatmadan hemen bendeki ampülün yandığı yere geliyorum.

Zamanın Psikolojisi/ Telepati bölümünde düşüncelerin ‘şeyler’ olduğunu, bazılarının belirsiz bazılarının da belirli olduğu zamanlar olduğundan bahsediyor. Medyum ya da telepat diyebileceğimiz insanların ise bunları okuyabildiğini ekleyip o meşum soruyu soruyor. Bir medyumun sizde okuduğu düşüncelerin ne kadarı öylesine seyreden hayallerdir, ne kadarı gerçekleşecek şeylerin şimdide belirgin özellik gösteren tohumlarıdır? Cevabı sayfa 192’deki orijinal haliyle aktarıyorum: Basit bir dille bunun anlamı, herşeyin zihnin içinde olduğudur ve bazılarımız, diğerlerinden daha güçlü bir zihne sahiptirler!

Şimdiye kadar zihnimi anlamak üzerine çalışmıştım, ekranda bunları yazarken dejavu yaşadığım bu an, aynı zamanda, artık zihnimi geliştirmek üzerinde çalışmam gerektiğini idrak ettiğim an oldu. Hayırlı uğurlu olsun!

Ha, bütün bunların hologram yapmayla ne ilgisi var diye soracak olanlara cevabım hazır: Madem zihnimiz güçlenince hayatımız kolaylaşacak –ben öyle algılıyorum ve amaçlıyorum- demek ki hologram yapışımız da kolaylaşacak. İşte bu nedenle yan sütundaki son son sonlara bir ek yaptım. Öğrendiğim herşeyin toplamı olarak diyebilirim ki, dileğim Allah’tan ve istemeyi de bilmek gerek.

10 Eylül 2006

Schrödinger’in Kedisi

Bugün sonucunun ne olacağını kestiremediğim bir görüşmeye giderken birden literatürde Schrödinger’in kedisi olarak geçen ve son dönemde okuduğum, -tek hamlede üçünü sayabilirim- kitaplarda geçen düşünce deneyini idrak ettim. Ne garip, değil mi?

Detayları isteyen gugıllasın, Alev Alatlı’nın aynı adlı kitaplarını geçin, bilim sitelerine sorun; burası gibi mesela...

Olay özetle Erwin Schrödinger adlı Avusturyalı fizikçi amcanın tasarladığı, gerçekten yapmaya kalksanız hayvan severleri ayaklandıracak bir deneyden ibaret: Canlı bir kediyi, çalıştığı takdirde öldürecek ve çalışma olasılığı yüzde elli olan bir mekanizma ile birlikte bir kutuya kapatın. Ve olabilecekler hakkında kafa yorun. İşte Schrödinger amcanın sonradan pişmanlık duyduğunu ifade edeceği marifetlerinden birini siz de yapmış oldunuz.

Daha da cin fikirli iseniz, Eugene Wigner gibi olaya bir arkadaşınızı dahil edin. Onu, bahsi geçen kutu ile birlikte bir odaya kapatın ve ondan sonra kafanızı yorun, acaba kutuyu açtı mı açmadı mı, açtıysa kedi ölü müydü, değil miydi diye…

Ya da benim gibi yapın, bütün bunları defalarca okuduktan sonra normalde olsa yapmamak için bin dereden su getireceğiniz şeyleri (kutuyu açmak) bakalım neymiş (kedi ölü mü diri mi) diye merak ederek yapın ve olumlu sonucu görün (gözlemcinin niyetinin deneyi etkilemesi) Keyif sizin…

Aslında çalışmayarak geçen iki haftada Shannon’un Enformasyon Teorisi’nden ve dalgaların parazitlerinden bahsettiğim bir mesaj yazmaya niyetlenmiştim. Bu süre içinde neler yapmadığımı söylemeyeyim, neler yaptığımı özetleyeyim: sabah 7- 8 arası yürüyüş (ormanda, temiz hava, derin nefes) duş, kahvaltı (öyle müsli falan değil, hakiki ev kahvaltısı) gazete (sadece başlıkları okumaca) sabah kahvesi, günün getirdikleri, öğle uykusu (en sevdiğim kısmı) bahçede çimlerin üzerinde kitap, komşuların torunları, akşam işten çıkan arkadaşlar, yeni açılan kitapçılar vs. Pişman mıyım? Haaayııır!

Bizi yirmi gündür özleyenler için bir parmak bal: paradokslar, düşünce deneyleri, Nobel ödüllü naneler bir yana, yeni bir lazer alıyorum ve derhal hologram yapmaya kaldığım yerden devam ediyorum! Gurunun hatırlattığı gibi hayat yüzde yüz pratiktir.