27 Kasım 2006

Leonardo’nun Dehası



Şehre böyle bir serginin gelip de bir bilim tutkunu olarak ziyaret etmemem düşünülemezdi kanımca. Serginin aralık sonuna kadar süreceğini bilmeme rağmen boş bulduğum ilk pazarımı sütlüceye gidip Rahmi Koç Müzesinde sergiyi gezmeye ayırdım. Biz gittiğimizde saat on ikiyi biraz geçiyordu ve o hali bile bana fazlasıyla kalabalık gelmişti. Çıktığımızda saat iki civarıydı ve kuyruk binanın dışına doğru epey uzamıştı. Otobüsler dolusu gelen öğrenciler ve öğretmenlerinin yanı sıra sergiye katılım beklediğimden yüksekti.

Sergi hakkında buradaki resmi sitesinde söylenenden başka bir şey söylemeye gerek yok sanırım. Müzenin büyük bir salonu ve asma katı Leonardo’dan kalan çizimlere dayanarak yapılmış maketlere ayrılmış. Hepsinin yanında açıklaması ve çizimlerinin bir örneği bulunuyordu. Eğer öyle olmasa çok fazla şey ifade etmeyebilirdi. Çünkü uzaktan baktığım ve bir şeye benzettiğim her alet istisnasız başka bir şey çıktı. Bana eşlik eden mühendis arkadaşım sağolsun, okusam da anlayamayacağım mekanizmaların hangi makinelerde kullanıldığını ve birçoğunun hala aynı prensiplerle çalıştığını anlatarak Leonardo’nun dehasına duyduğum hayreti artırdı. Adamın yaşadığı yılların koşullarını düşününce müthiş bir bilgi ve hayal gücüne sahip olduğunu çıkarıyorum. Çok zor bir hayat olsa gerek…Neyse, aşağıya sergide çekilmiş bir fotoğraf iliştirdim. Gördüğünüz alet bir içbükey ayna yapıcısı.



Oraya kadar gitmişken müzenin her tarafını gezdik. Dört sene önceki ziyaretimden hatırladığım kadarıyla pek bir şey değişmemiş. Açık havada uçağın bulunduğu yere bir de helikopter getirmişler. Arabalar, bisikletler, gemiler, tekneler, dükkânlar, atölyeler, kesiti çıkarılmış makineler aynen duruyordu. Bir tek gemici düğümü atmasını öğreten bir amcayı kaçırdığımızı hatırlıyorum belli saatlerde geldiği için. Denizcilikle ilgili kısımda ona dair bir iz aradım, bulamadım… Onun yerine muhtemelen akşam gerçekleşecek düğün için yapılan hazırlıklara denk geldik. Eskiden arabaların durduğu camekanlı salonu bu iş için boşaltmışlar, masa düzenlemesi yapılıyordu. Masa süsü olarak seçtikleri lilyumlar mis gibi kokuyordu…

25 Kasım 2006

84 Polonyum 210

Son haberlerle bu Ruslar beni korkutmaya başladı. Politikadan pek anlamam, olanları insani düzeyde değerlendirmeye gayret ederim. Bugün okuduğum bu haber beni isyanlara sevk etti. Tamam adam eskiden ajanmış, bir şeyler öğrenmiş, neyse ne! Ne biliyor olabilir ki açıklaması ya da sadece bilmesi hayatına malolsun?! Ve bunu yaptığı iddia edilen otoriteler… Yahu hiç mi başka yol yok? Sen tut güzide bilim insanlarının bambaşka şeyler için bulduğu şeyleri insanları zehirlemek için kullan. İnsan bir kaza falan ayarlar değil mi? Sanki suşi yedikten sonra kısacık süre içinde ölmek trafik kazası gibi sık görülen bir şey, bir de yok biz yapmadık diyorlar… Öyle olsa Japonya’da ve Amerika’da –onlar da tüm mutfakları amerikanlaştırıp marketlerde satılacak yaygınlığa ulaştırırlar ya- yaşayan adam kalmamış olması gerekiyordu. Böyle olunca bilgiyi böyle bir zihniyetin mevcut olduğu diyarlarda aramak şart mıdır diye sormadan edemiyor insan?!

Tabii ki cevap anında geliyor: İşte başka bir kıta başka bir hologram kursu! Hem de otuzda, ellide bir fiyatına! Dediğine göre Frank Defreitas amca, 20 küsur yıldır hayatını bu şekilde kazanıyormuş. Fiyatlama politikasına bakılırsa işini yaptığı sırada pek eğlendiğini söyleyebilirim. Yani hologramın temellerini anlatıp 4x5 inçlik hologramını da birlikte yaptığı iki saatlik bir workshopa 99 dolar biçip malzemeler için de sadece 20 dolar istiyorsa bu işi çok sevdiği içindir bu diye fikir yürütüyorum. Onun dışında festival festival gezerim, dilerseniz ayağınıza gelirim, hele bir sunum izleyin, benden olsun dediğini görünce bu sefer atlayıp batıya gidesim, Frank amcayı alnından öpesim geldi. Keşke herkes bilgiyi paylaşmada bu kadar cömert olsa, bileni öldürmek yerine yüceltse, ne güzel olur, değil mi?

Bu noktada aklıma bir komik anım geliyor aynı hizmete biçilen fiyat farklarıyla ilgili. Kısa saça ve havalı görünmeye meraklı olduğum zamanlarda yeni şehir değiştirmiş olmanın etkisiyle yeni bir kuaför edineyim diye aranırken arkadaş tavsiyesiyle yolum fiyatlar konusunda en başta olmaya iddialı bir salona düşmüştü. O zamanın parasıyla epey bir miktar bayılıp saçlarımı kestirmiştim. Asortik bir yer ya, adam üstüne para verseler razı gelmeyeceğin asimetrik bir kesimi bol iltifatlar eşliğinde yapıp beni mutlu göndermeyi başarmıştı. Fakat hem yeri sapa olduğundan hem de bütçemi sarsacağından bir sonraki kesim zamanı daha yakında ve yine kalburüstü bir salonu denemeye karar vermiştim. Koltuğa oturup saçlarımı incelerken salon sahibi kuaförümüz saçlarımın kesimini anlamaya çalışarak nerede kestirdiğimi sordu. Söyledim, o salonun ününü bildiği için bu sefer fiyatını sordu. Onu da söyledim ve adam hayretle bir cümle sarfetti ki durumu çok güzel özetliyordu: üh! Ne yaptı da o kadar para aldı? Guş mu gondurdu?!!! Hologram kurslarında da aynı hesap, yapılan iş, kullanılan malzeme ve bilgi malum. Ne yapıyor bu Ruslar? Kuş mu konduruyorlar acaba diye merak ediyoruz doğal olarak…

20 Kasım 2006

Hologram Kursu Buldum!

Evet evet, gerçekten! Sanki bir önceki mesajımı okumuş utanmış gibi az önce mesaj adresime Moskova’daki hologram stüdyosundan Sergey’in resmi bir dille yazılmış fakat bir o kadar da içten mesajı geldi. Gösterdiğim ilgiden ötürü teşekkür etmiş ve sabırla sorularımı yanıtlamış ve bir de dosya eklemiş. Gizli bir şey değildir, sitelerinin bir yerinde bağlantısı bile olabilir. Yine de mesajla gelmiş bir tabloyu burada ifşa etmek yerine kısaca bahsedeyim.

Stüdyonun başlıca hizmetinin hologram yapımı olduğunu biliyordum. Fakat 28x40 a kadarki boyutları için 200 euro istediklerini bilmiyordum. Her ek kanal için, yani farklı açılardan görülecek başka görüntüleri de aynı plakaya kaydetmek için 100er eurocuk daha talep ediyorlar. Biraz pahalı mı geldi? Yaygınlaşmamış bir teknolojinin dünya üzerindeki en iyi örneklerinden bahsediyoruz, ne pahalısı?!!

Beni asıl ilgilendiren ise hologram yapımını öğrenme kısmı oldu. Sağ olsunlar benim gibi meraklı bünyeleri de düşünüp bir haftalık hologram prensipleri eğitimi, 1-3 haftalık hologram yapımı eğitimi ve 1-2 aylık hologram yapımının ileri teknikleri eğitimi olmak üzere anladığım kadarıyla birbirini tamamlayan üç eğitim programları varmış. Fiyatları, sıkı durun, 3,5 ve 7 biner avro! Tabii ki bunlara ulaşım, konaklama ya da kullanılan malzemeler dahil değil.

Şimdi bununla ilgili bir anekdot anlatmazsam olmaz: Elimde işe yaramaz plakalarla, bitmeyen bir sabırla denemeler yaptığım sıralarda bir arkadaşımın bir arkadaşı ile tanışmış ve yine heyecanla anlatmaya başlamıştım. Öyle ki kız benim bu konuda epey bir şey bildiğimi düşünüp, ‘Peki nerede öğrendin bunları? Kursuna falan mı gittin?’ diye sormuştu. Ben de pişkin pişkin ‘Yok güzelim, Urfa’da Oxford vardı da biz mi gitmedik?’ diye cevaplamıştım. Gelen mesajla, Urfa’da değilse bile Moskova’da olduğunu öğreniyoruz ama ne fayda…

Gerçi sakin kafayla programa bir kez daha baktığımda kendimi daha iyi hissetmek için hemen bir neden buluyorum. Bir haftalık hologram prensipleri hmm? Kursa ne hacet?! Ben anlatayım. Yeter ki karşımda dinleyecek adam olsun. Kaç aydır ne yapıyoruz burada değil mi?! Demek ki bu bilgileri onların fiyatlarıyla 4 kişiye pazarlasam benim pratik derslerimin kaynağı hazır demektir. Evet, bakalım istatistiklere; birkaç meraklı müşterimiz var, her satırı onlarca öyro değerinde olduğu tescillenmiş blogumuzda saatlerini geçiren. Ip adreslerini verebilirim. O kadar kampanya var haydi kızlar okula diye, bu da haydi Pınar okula kampanyası olur, fena mı?

12 Kasım 2006

Bakar mısınız Elin Ruslarına?

Evet evet doğru okudunuz… İşte yeni bir hologram sitesi: holography.ru Hologram forumundan çıkan bir tavşan daha. Her ne kadar kendi forumlarında ya da Colin Caminsky’nin forumunda hala bir cevap alamamış olsam da sitelerine bayıldım. Galeride yaptıkları hologramları, 25 derslik hologram teknolojisini –bu da içinde bir miktar ironi barındırmıyor değil, biz amerikan sisteminde her şeyin tek hadi bilemedin üç basit adımda gerçekleşmesine alışığız ya- ve Moskovadaki hologram stüdyo ve sergi salonlarını görünce oralara gidesim geldi. İpucu yok! Bu kesinleşince kutlanacak hayallerden henüz. Şimdilik biz siteyi satır satır hatmedelim, zamanı gelince ‘bir zamanlar forumda mesajlarını cevaplamayı geciktirdiğiniz fakir ancak meraklı bir genç vardı’ diyerek dayanırız kapılarına, matrak olur! Ve tabii ki hologram bağlantılarında komşumuza sıcak bir yer vermeyi ihmal etmeyelim.

İçinden Kuantum Geçen Filmler II

Derki'deki yazımın linkini daha önce vermiştim, yine veriyorum. Ancak loglarda çıkış sayfalarında görmediğim için –evvet, biri bizi gözetliyor- ve konusu tamamen burada çiziktirdiklerimle ilgili olduğu için ve de yeni bir mesaj yazacak vaktim olmadığı için –hemen de nasıl sallarım- açık ve seçik olarak buraya da kopyalıyorum. Afiyet olsun…

Tavşan Deliğinden Aşağıya (Down The Rabbit Hole) (2006)

2004 de spritüel film piyasasını sallayan ‘Ne Biliyoruz ki?’nin devam filmi olduğunu umarak izlediğim Tavşan Deliğinden Aşağıya hakkında yazarak başlıyorum derki’deki yazılarıma. Dvdsi bir aya kadar raflarda yerini alacağı ilan edilen film elime mucizevî bir şekilde geldi desem yalan olmaz. Ben de bu önceliği değerlendirerek izleyicisi bol olacağını tahmin ettiğim film hakkında ilk ahkâm kesenlerden olma ayrıcalığını kullanmayı tercih ettim. –filmde öğrendiğimiz gibi, bu tercihimi yapana kadar izlemek, izlememek, izleyip yazmak, yazmamak ve daha bir dolu başka olasılık söz konusuyken gözlemimi bu eylem üzerinde yoğunlaştırarak bu olasılıklardan birini gerçekleştirmiş oldum-

Hakkında yazmaya karar verdiğim için olaya ciddiyetle yaklaştım ve film başlamadan yanımda kalem ve defterimi hazır ettim. İlk filmi izlemeyen kalmadığını düşünerek bakalım notlara girecek denli dikkatimi çeken bilgileri paylaşayım... Yok, izlemedik, filmde görmek istiyoruz diyenler italiklerin altından okumaya devam edebilir.

Beynimizin saniyede 400 milyar bitlik bilgi aldığı ancak bunun 2000’inin farkında olduğumuzu. Buradan da mevcut bütün olasılıkların beynimizde yer aldığı, realitemizi oluşturan kısmının düşüncelerimizle şekillendiği

Kuantum mekaniğinin dört özelliği
-aynı anda birden çok yerde olabilme olarak açıklanan süper pozisyon
-dalga gibi davranan parçacık olarak açıklanan dalga/ parçacık ikiliği
-uzak mesafelerden iletişim kurma becerisi olarak açıklanan bağlılık
-bir dalga fonksiyonu ile çevrelenmiş kuantum durumları olarak açıklanan- bose-einstein yoğunluğu

Kuantum mekaniğinin dünyayı, elektronlar dünyası olarak değil, potansiyel elektronlar dünyası olarak tanımlaması

Somut dünya olarak algıladığımız maddelerin moleküllerden, moleküllerin atomlardan, atomların ise çoğunlukla boşluktan oluştuğu

Çok küçük alanların çok kısa zamanlarda inanılmaz büyük enerjiler çıkardığı, bir big bang yaratmanın problem olmadığı

Hiçbir şeyin hiçbir şeye gerçekte dokunmadığı, yaklaştığında elektronların birbirini ittiği

Beynin gördüğü şeyle hatırladığı şey arasında ayrım yapmadığı

Beynin arkasındaki hipotalamusun görevinin peptitler üretip yaymak olduğu. Peptitlerin ise her duyguya karşılık gelen proteinler olduğu ve kan dolaşımıyla vücuda yayılıp kendisini kabul eden hücrelere ulaştığı, hücrelerin algılayıcılarıyla buluştuğunda hücreyi aktive ettiği ve aktive olan hücrelerin de ihtiyaçlarını karşılamak için beyine seslendiği ve beynin de bu çağrıya kulak verip ihtiyaç duyulan kimyasalları salgılayacak durumlar/ deneyimler yarattığı… Belli duyguları günlük olarak ne kadar sık hissediyorsak o duyguların kalıplaştığı, ne kadar uzun süre hissetmiyorsak da o kalıpların yok olduğu…

Olumsuz duyguların hücrelerdeki algılayıcıları kapattığı, hücreleri bölünmeye zorladığı ve oluşan yeni hücrelerin çok daha az algılayıcıya sahip olduğu, dolayısıyla yemeklerden alınan kimyasalları algılayamayacak hücreleri besinlerle tedavi etmenin imkânsızlığı

Bağımlılığın kimyasallara ya da duygusal durumlara karşı olabileceği ve en basit tanımının duygusal durumu kontrol edemediğimiz şeylere bağımlı olduğumuz olduğu ve biz o durumlara bağımlı olduğumuz sürece beynimizin bunu tatmin edecek deneyimler hazırladığı

Zihnimizi değiştirirsek seçimlerimizi, seçimlerimizi değiştirirsek de hayatımızın değişeceği

Dr Kuantumun dalga parçacık ikiliği ve gözlemcinin farkını çift yarık deneyi ile anlatması. Maddenin gözlemlendiği zaman parçacık, gözlemlenmediği zaman dalga özelliği göstermesi…

Dr Kuantum’un iki boyutlu ve üç boyutlu yaşayanların farkını göstermesi ve bilinç sıçramasını deneyimleyenlerin geriye dönemediğini anlatması

Kısa cümleler halinde bir a4 ü geçmeyen bu notlar ve filmin kendisi sizce de çok tanıdık değil mi? Görev bilincim bastıran uykuma galip geldi ve farkı neymiş diyerek bir de 2004’de çıkan ilk filmi izledim. Yine defterim kalemim elimde… O da nesi? Aynı konular aynı sırayla aynı şekilde yer alıyor. Ve anlıyoruz ki iki film arasındaki yaklaşık yarım saatlik fark sadece iki ayrı yerde görünen Dr. Kuantum animasyonları!

Şimdi benim bu satırları yazıyor ve derki okurlarına ulaştırıyor olmam bile filmde karşılık bulan gerçeklik yaratma konusu ile açıklanabilir. Ya da düşüncelerimizin geleceği yarattığı mekanizma ki filmdeki favorim bu olmuştur. Bundan sonra laf çok icraat yok saldırısına karşı kullanabileceğim en sağlam savunma. Düşünüyoruz ya kardeşim, geçiniz sen yanmazsan, ben yanmazsamları, düşüncelerimizle değiştiriyoruz dünyayı… Şimdi moda bu! Derken yine duraksıyoruz, düşünüp düşünüp vazgeçerek düşüncelerimizle dünyayı/ hayatımızı değiştiremeyeceğimize inandığımızı ve böylece de bunu deneyimlediğimizi açıkladığı bölüm aklımıza geliyor… Bir an filmin her soruya cevap, her derde deva olacak her şeyi içinde barındırdığı hissine kapılıyorum.

Velhasıl, kuantum mekaniği karışık bir şey. Toplumun medyadan, popüler kültürden ve bunların dayattığı şartlanmalardan yeteri kadar nasibini almış herhangi bir üyesi olarak ben de materyalist, keskin sınırlara sahip bir hayat kurmuştum. Kuantum fiziği ile tanışıp, algıladıklarımızın sandığımız gibi olmayabileceğine, her şeyin mümkün olabileceğine bir şekilde ikna olduktan sonra biraz daha hafif moda geçiş yapabildim ve hayatım daha az stresli ve daha çok keyifli anlardan oluşmaya başladı. Ve evet, filmde dediği gibi hiç eskisi gibi olmadı. Yine de bunlar bir öneri değil, özetle hazır bünyelerde bazı devreleri ateşleme etkisi gösterebilecek bu filmi ya da öncekini isteyen istediği dozda alsın. Ben üzerime düşen görevi –tabi eğer varsa öyle bir şey- düşüncelerimi ve hayatımı gözlemleyerek yapıyorum.

05 Kasım 2006

Festival Kuşu Yine İşbaşında

Perşembe günü biten Komedi Filmleri Festivalinde izlediğim son filmler Kraliçeler -Reinas ve Kahrolsun Sevgililer Günü -Deadpan Valentine idi.

Kraliçeler, uzunca olmasına rağmen izlerken hiç sıkılmadığım bir aile komedisiydi. Homofobiklere göre olmadığını konusunu okuyan herkes anlamıştır sanıyorum. Tarafsız olmayı başaran izleyicilerin filmin aslında kadın gücüne dair olduğunu keşfetmekte zorlanmayacağını düşünüyorum. Kişisel düşüncem; insan söz konusu olduğunda her şey mümkündür, kadınlar söz konusunda olduğunda buna mucize olarak tanımlanabilecek şeyler de dahildir. Erkekler lütfen alınmasın bu yazdığıma, zira içtenlikle söyleyebilirim ki onlar olmadan hayat bu kadar keyifli olmazdı.


Kahrolsun Sevgililer Günü
beni açıklamasında yer alan anti romantik komedi tanımlamasıyla tavladı. Sinema konusunda, -aslında hiçbir konuda- öyle elit bir zevkim yoktur. Öyle romantik komedi neyin izlemem, nerde Almadovar, hani Lars Von Trier diye tutturmuşluğum yoktur. Her şeyde olduğu gibi, film seçerkenki başlıca kıstasım, hoşuma gitmesidir ve birbirinin kopyası, kadınların yalnız güçsüz olduğunu dikte eden alt mesajlar içeren amerikan romantik komedileri bu kategoriye girmediği için genellikle izlemem. Aslında çok film de izlemem ya, olsun, serbest kürsüde içimi döküyorum işte…


Neyse, anti romantik komedi nasıl oluyormuş merakıyla Fransız Kültür’e gittim ve bana çok daha uzunmuş gibi gelen ilk 15 dakika boyunca filmde bir şeyler olmasını bekledim. Tam çıkmaya niyetlenmiştim ki o kendini hayattan izole etmiş delikanlının sinir bozucu sessizliği yerini filmlerde pek görmediğimiz, rom-comlarda hiç göremeyeceğimiz bir özeleştiriyle bozuldu. Toplumu, hayatlarımızı, tercihlerimizi, rollerimizi, rol kesmelerimizi sakin ses tonunu hiç değiştirmeden sorgulasa da bendeki etkisi biri bana dan dun girişiyormuş şeklindeydi. Bu arbedeyi sağ sağlim atlatanları sütliman bir son bekliyormuş. Hayat sandığımızdan çok daha kötü olabilirmiş ancak en berbat hayatı bile düzeltmek mümkünmüş şeklinde gerilen sinirlerimizi gevşeten ana fikir benim de gayet anti bulduğum filme yakışmıştı.

02 Kasım 2006

İki Haber

Size bir iyi, bir de daha iyi haberim var!

Önce iyi haber: Hologramcı, blogcu, hologram blogcusu Pınar etki alanını genişletti, hologram bloguna ek olarak derki.com da yazıyor. Ve işte yeni yayımlanmaya değer bulunarak bir özgüven cilası atan ilk yazısı da burada!

Daha iyi haber ise, yan sütunda ifade ettiğim dileklerim gerçekleşiyor. Biliyorum bu biraz genel bir ifade oldu. Ancak şimdilik verebileceğim tek ipucu bu!