29 Ekim 2007

Hiç Yoktan Evsahibi Olmak

İki önceki yazımda bir dileğimden bahsediyordum hatta gayet emin bir şekilde bundan evrene sipariş olarak dile getirmiştim. Bu konuda doğru yolu izlediğimden olsa gerek siparişim belirttiğim süre içinde gerçekleşti! 16 Mayıs'ta evimi aldım, 19 Mayıs'ta da taşındım! Evim, olmasını istediğim özelliklerin %80'ini taşıyor. Üstelik benim aklıma gelmediği için belirtmediğim birkaç artı özelliği de var…

Gelelim bunun nasıl olduğuna… Yöntem olarak daha önce okuduğum ve işe yarayacağı söylenen birkaç uygulamayı kullandım. Beynimizin halihazırda çok küçük bir kısmı açıklanabiliyor. Büyük bölümünün nasıl çalıştığı hala koca bir bilinmez. Bu konu uzmanlık alanım olmadığı, araştırmalarım da popüler bilimin ötesine geçmediği için kullandığım yöntemin bilimsel bir açıklaması olup olmadığını bilmiyorum. Bilinçaltına hitap eden bir çalışma olduğu için bu konuda yaptıklarımı ‘Bilinçaltı Programlama’ olarak adlandırırsam kimsenin itirazı olacağını sanmıyorum.

Şimdi iki ayda hiç yoktan beni ev sahibi yapan yöntemi adım adım anlatayım:

1- Ne istediğime karar verdim. Bu konuda bir dileği olup da henüz gerçekleşmemiş insanların çoğunluğunun aslında ne istediğini bilmediğini iddia ederek çarpıcı bir başlangıç yapayım. Bir ev istiyorsan ev istiyorsundur, ne var bunda canım? Diye sorduğunuzu görür gibiyim. Sizi en yakın emlakçı ile görüştükten sonra bir daha dinlemek isterdim. Söz konusu bir ev olunca milyon milyon yeni liralarınız olsa bile bir evi satın alma aşamasına gelmenin epey bir enerji ve emek gerektirdiğini bu deneyimin bonus derslerinden biri olarak öğrendim. Ben pazara çıkmadan önce sahibi olacağım evin özelliklerini; yaşadığım evin sürmesini istediğim artıları, gelişmesini istediğim artıları ve azalmasını istediğim eksileri ile oluşturup, arkadaşlarım ve okurlarımla (!) paylaşıp, onların önerileriyle geliştirip, eklemeler yapıp sonunda daha fazla ekleme yapamayacağım kadar detaylı, hiçbir çıkarma yapılamayacak kadar da net bir şekilde ifade ettiğim bir şekilde yazıya döktüm.

a) Evimin özelliklerini saydığım bu metni yüksek sesle okuyup, sesimi kaydettim. Bunu yaparken ses kayıt özelliği olan bir mp3 çalar ziyadesiyle işimi gördü. Bu metnin daima pozitif cümlelerden oluşmasına dikkat ettiğim gibi dinlemeyi keyifli hale getirmesi için hoşlandığım meditatif bir müzik ekledim. Bu noktada işin niteliğine ters düşmediği gibi sağlığıma da iyi gelmesi için Doç. Dr. Oruç Güvenç’in fonda kuş cıvıltıları, akarsu sesleri yer alan, türk müzik aletleri ile yaptığı şifa müziğini tercih ettim. Ve geceleri uykuya fonda müzik ve kendi evimi tarif eden sesim eşliğinde uykuya daldım. Kulaklığın kablolarına dolaşmış bir şekilde uyanmak komik olmasına komikti. Ya da kulaklıklar kulağımda ancak cihazın pili bitmiş uyanmak. Böyle bir şeye alışık olmadığım halde uykusuzluk ya da başka bir rahatsızlık yaşamadım. Bunu bir alışkanlığın 21 kere veya 21 gün boyunca her gün yapıldıktan sonra yerleştiği bilgisi ile birleştirip ilk 21 gece boyunca bilincin devre dışı kaldığı fakat bilinçaltının her zamanki gibi aktif olduğu uyku sırasında dinlemeye dikkat ettim. Zaten bir süre sonra Pavlovun köpeği gibi olup fondaki müziği duyduğum gibi uykuya geçmiş oluyordum.

b) Geceleri bilinçaltımı programlamaya devam ederken gündüzleri de ev alacak herhangi bir insanın yapacaklarını yaptım. Yani ev değiştireceğimi çevremdekilere haber verip, internetten gazeteden ev ilanlarını taradım, emlakçılarla, evini satanlarla görüşüp, satılık evleri gezdim vs. Karşıma çıkan her evi öncelikle ‘bu evin benim olmasını/ bu evde oturmayı ister miyim istemez miyim?’ çerçevesinde değerlendirdim. Sonra da gördüğüm diğer evlerle mantıklı bir kıyaslamasını yaptım.

ve son olarak;

2- Bütün bunlar olurken hiçbir zaman olumsuz düşüncelere kapılmadım, istediğim evi, ya da bunu karşılayacak kaynağı bulamayacağıma, bulmanın zor olacağına dair inanç oluşturmadım. Aklıma negatif düşüncelerin geldiği her an düşüncelerime müdahale edip yeni evimin bir özelliğine odaklanıp o özelliğinin tadını çıkaracağım anların hayalini kurdum, o anlarda bunları hatırlayıp gülümseyeceğimi düşündüm.

Zengin görünsün diye maddeledim ancak yapılmayacak işlerle birlikte hepi topu 3 madde etti. Eğer iki ayda sadece bunları yaparak ev sahibi olmamış olsaydım ben bile bu kadar basit olduğuna inanamazdım. Zaten bu işe girişirken özellikle geceleri kulaklıklarla yatağa girerkenki yaklaşımım Nasrettin Hocanın göle maya çalarkenki mantığından farksızdı: ya tutarsa. Ancak mayanın tuttuğunu, üstelik üç yıl, beş yıl, bir ömürde değil, bir buçuk ayda tuttuğunu gördüm. Dolayısıyla artık bunun inanırım inanamamlık bir hali kalmadı.

İşin sağlamasını bu süreçte olanları anlatırsam yapmış olacağız. Daha önce belirttiğim gibi, işin püf noktalarından biri ne istediğine karar vermek artı nasıl olacağı hakkında en ufak bir karar/fikir/yargı üretmemek. Olanlara bakınca rahatlıkla zaten üretecek olsaydım bile böylesine dahice bir program oluşturamazdım diyebilirim. Şöyle ki; ben kendi kendime nasıl bir ev istediğimi düşünürken ve diğer yandan da mevcut koşulların getirdiği çözümler üzerinde dururken kendilerinden hiçbir talebim olmayan aile üyelerim sanki hala günün birinde benim kendilerine daha yakın bir lokasyona taşınmam ümidi taşıyan ve şimdiye kadar bunu dile getiren kişiler onlar değilmiş gibi bunun en temiz çözümünün benim işyerime yakın bir ev sahibi olmam konusunda hemfikirdi!

Buna karar verdikten sonra finansmanını sağlayacak evin satılması üzerinde yoğunlaşırken hop, nakdi olan üstelik hesabı ve kazancı konusunda gayet bilinçli olan bir başka aile üyesi yine ortada bir talep bile yokken satılana kadar benim hesabımdan karşılayabilirsiniz demez mi? Kalan kısmı için benim hazır olmamın sonuçlarından biri olan temiz kredi geçmişim eklenince finansman sağlanmış oldu. Kredi çekmek üzere başvurduğum bankanın bilmem kaçıncı kuruluş yıldönümü nedeniyle sadece bir haftalığına faiz oranlarını piyasanın altına düşürmüş olması beni şaşırtmadı. Sadece dileklerimi beni bile mahcup edecek denli cömertçe yerine getiren yaratana olan inancımı pekiştirdi. Bunlarla senkronize bir şekilde, tamamen ayrı bir yazı dizisi oluşturabilecek emlakçı satıcı ev maceralarının ardından ‘işte bu ev’ dediğim evle karşılaşınca inancım pekişmesin de ne yapsın?!

Üstelik evren cömertliğini finansal konularda olduğu kadar pratik konularda da gösterdi. Bu süreçte benden çok çalışan, yorulan melekler taşınmamı hatta yerleşmemi sağlayana kadar benimleydiler. Evimin istediğim bazı özelliklerinin –emlakçılara söylesem katıla katıla gülecekleri kadar uçuk olanları- tıpatıp uyması ve beni destekleyenlerin titizliği bu evin tesadüf eseri değil, siparişimin sonucu artı bonusu olarak geldiğinin en belirgin kanıtı bence. Evimde geçirdiğim ilk gecenin ardından kuş sesleriyle uyandığımda ve her gün yeni bir güzelliğini keşfettiğim evim için bunu sağlayan kaynağa ve ona yardımcı olan meleklere teşekkür ediyorum.

Hazır olduğunda değişim anda olur diye yazmıştım önceki yazımda. Bu yazıda da hazır olma sürecinden bahsetmiş oldum. Henüz biricik olan deneyimime dayanarak söyleyebilirim ki, ne istediğini tüm ayrıntılarıyla bilmek işin yarısını, buna giden yollarda ilerlemek, bunun gerektirdiklerini yapmak da –ki buna hedeften uzaklaştıran şeyleri yapmamayı da dahil ediyorum- diğer yarısını oluşturuyor. Hazırlık süreci, bir yapbozu parça parça tamamlamak gibi. Arzu ettiğimiz değişim, kalan son parçanın son boşluğa oturması gibi yüzde yüz kesinlikte ve bir anda gerçekleşiyor!

26 Ekim 2007

Ben Bugün _____ Gördüm!

Bu cümle kalıbı eskiden birlikte çalıştığımız, isimlerimiz gibi mizah anlayışımız da tıpatıp olan arkadaşımla yeni ya da zor bir kelimeyle karşılaştığımızda kullanıp sonra da kendi cümlemize güldüğümüz kalıp. İlkokulda kelime dağarcığımızı geliştirmek için okuma parçasında geçen birkaç kelimeyi cümle içinde kullanma ödevi verilirdi. Öğretmenin amaçladığı tabii ki çocuğun önce kelimenin anlamını öğrenmesi ardından içinde o kelimenin geçtiği anlamlı bir cümle kurması. Ancak bazı sivri zekalı öğrenciler(!) kelimenin anlamını bilmeden de anlamı sırıtmayan bir cümle ile işi kısa yoldan halledebilir: “Ben bugün embossed hologram gördüm.” Gibi… Eğer öğretmen durumu anlayıp sürekli aynı kalıbı kullanmamamızı söylerse bir sonraki günün ödevlerinde “Ben dün hologram laboratuarı gördüm.” Gibi bir cümleyle karşılaşır! Bizim kahve molalarımızı şenlendiren bu cümleleri hatırlayınca ilkokul öğretmenliğinin olmayanlara mizah anlayışı edindiren, olanların da bunu geliştiren bir meslek olduğunu düşündüm. Tabii ki bunu şimdi, bu yazıyı yazarken düşündüm. Dün hologram lablarını gezerken değil!



Enfes Perşembe taze hologramcı arkadaşım Aylin’le buluşup onun okulu Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü’ne giderek başladı. Orada Doç. Dr. Necati Ecevit bize fizik bölümündeki hologram laboratuarını gezdirdi. Hatta gezdirmekle kalmayıp bize transmission ve denisyuk hologram düzeneklerini anlattı, daha önce çekilmiş hologramları gösterdi ve hologram teknolojisinin ileride deva olacağı konularla beynimizin sınırlarını genişletti.



Tam oradan ayrılmak üzereyken daha önce ziyaretimizi haber verdiğim MTM Holografi ve Güvenlik Sistemleri’nin Ar-Ge Bölümünden Hüseyin Gündoğdu aradı. Düzenledikleri hologram workshoplarına katılmak bir türlü mümkün olmamıştı. Şirkete laboratuarı görme davetinde ciddi olduğunu diğer Ar-Geci Süleyman Arkın’la gelip bizi alarak gösterdi. Orada fotoğraf çekemedik ancak üretimini yaptıkları embossed hologramları çektikleri ve geliştirdikleri labları gezdik. On yıldan beri bu işi yapan Türkiye’nin ilk hologramcısı, embossed hologramları dizayn eden Murat Meriç’le tanıştık. Ve embossed hologramın nasıl yapıldığını aşama aşama öğrendik. Anlattıklarına göre Ar-Ge Bölümü olarak yeni çıkan film ve kimyasalları deniyorlar, üretim aşamalarını mükemmelleştirme üzerine çalışıyorlarmış. İnnovasyon için bizi beklerken yani!

Bir hologram hobicisinin unutamayacağı şekilde geçen sabah boyunca duymaktan en hoşlandığım şey, Hüseyin Bey’in hologramı tanıtmak ve yaygınlaştırmak için lise hatta ilköğretim düzeyinde öğrencilere hologram workshopları düzenlemek vizyonuydu. Lise düzeyini geçmiş hologram hobicileri henüz bir sınıf dolduracak sayıda olmadığı için gençten yetiştirmek bence de iyi fikir. Ve dönüş yolunda Süleyman Bey’in söylediği gibi, her şey öğrenilir, yapılır; hologram dahil zor ya da imkansız bir şey yoktur…

09 Ekim 2007

2007 Hologram Yarışması Yaklaşıyor!!!

Evet sene sonuna doğru yarışmalar kupalar gırla gidiyor. Buna forum yöneticisinin dün duyurduğu hologram yarışması da eklendi. Duyurunun tüm detaylarını burada bulabilirsiniz. Özetle, bu seneki tema ‘arkadaşlık’, boyutlarına göre iki kategoride değerlendirilecek ve hologramların 15 kasım 2007’ye kadar Colin’e fiziki olarak ulaşması gerekmekte…

Ben mi? Belli olmaz, bir sürpriz yapabilirim… Hadi, benim ağzımda bakla ıslanmaz, söyleyeyim bari… Her ne kadar artık pek hologram hakkında yazmasam da bu konudaki düşlerimden vazgeçmiş değilim. Ve ilginçtir, ben düşündükçe ihtiyacım olan şeyler karşıma çıkmaya devam ediyor. Şok Şok Şok! Az sonra: Pınar nasıl hologram yapıyor!!! Haberin devamı için bekleyiniz. Hehe, belki de ilginç olan hala böyle oluşunu ilginç buluyor olmamdır…

Ha bir de istatistik hacmim –log size’ı çeviremedim sabah sabah- ücretsiz olan yüzlük kotayı aşmış! Yani istatistiklere sığmayıp taşan bir okur kitlesi var bu blogun. Reklam vermek isteyenlerin dikkatine...

03 Ekim 2007

Dans İstatistiklerim

4. Salsa Cumhuriyet Kupası yaklaşıyor. Katılabilecek durumdaki arkadaşlara haber veren öğretmenimiz şimdiye kadar düşünmediğim bir konuyu didikleme arzusu yarattı: dans istatistiklerim!

Geçtiğimiz sene 9 aralıkta kupayı izlemeye gittiğimde henüz 3 aydır aktif dans ediyordum. Onun öncesinde blogda yazmadığım bir de cumhuriyet balosu vardı ki, en çaylak zamanıma denk gelmişti. Hazırlanırken ‘hiç kimseyi tanımıyorum ama’ diye düşündüğümü hatırlıyorum. Ve anında, ‘e daha iyi ya, tanışırım işte!’ deyip en cici halimle Murphys’e atmıştım kendimi. Hey gidi hey… eğer o zaman birisi bunu bir yıl boyunca İstanbul’da geçirdiğin her Pazar akşamı yapmaya devam edeceksin deseydi, muhtemelen ona inanmazdım. Ancak geçmişe bakınca tam da öyle olduğunu görüyorum…

Gelelim istatistiklere…
Dans derslerine eylül ayında başladım ve haziran ayına kadar sürdürdüm. Yani 9 ay eşittir 36 hafta eşittir 54 ders saati. Bir de temmuz ayı boyunca haftada üç gün, birbuçukar saatlik derslere katıldım. Eder 18 saat daha. Yani toplamda 72 saat derse girmişim.

Dans gecelerine ise yine buralarda olduğum her Pazar’ı, gittiğim tatillerden birinde bir geceyi ve 2006 eylül 2007 şubat döneminde katılabildiğim üç Cuma’yı eklersem sanırım ortalama olarak yılın her haftasında dans gecesine gitmiş olduğum ortaya çıkar. O da ortalama bir gecede 3 saatten 156 saat dans pratiği eder! Toplamda 228 saat. Bir yıldaki toplam saat sayısından uyuduğum ve çalıştığım saatleri düştüğümde hayatımın yüzde 6’sını oluşturuyor. Yemek yediğim, yolda geçirdiğim, banyo yaptığım, saç taradığım, diş fırçaladığım, giyindiğim, soyunduğum zamanları da düşersek bu oranın epey yükseleceği aşikar. Hele bir de yüzdeyi sadece sosyalleşmek ve hobilerle uğraşmak için ayırdığım günlük 1-2, haftalık –diyelim- 20 saate oranlarsak yüzde 15’e ulaşırız.

Yani tutup dans yerine başka bir şeyle uğraşsaydım. Diyelim ki kaptan olucam deseydim? Çoktan amatör denizci belgemi almış, gemi adamlığı ya da kılavuz kaptanlık veya herneise onun için gerekli deneyimi kazanmış olurdum. Ya da tutmayın beni uçucam deseydim, amatör bir pilot olarak göklerde süzülmekte, uçuş saatlerime yenilerini eklemekteydim. Böyle düşününce vay be diyorum. Kendime hediye ettiğim her saniyesi zevkle geçen 228 saatten ve devamını sağlayacak gibi görünen uzun soluğumdan ötürü… Klasman belirleme yarışmasına girmedim ancak, girseydim B klas bir dansçı olarak tescillenmiş olacaktım muhtemelen. Sahi ya, niye girmedim ki?!!!