18 Ağustos 2008

Gül, eğlen, hayat bu!

Öyle diyor müşterimiz. En küçük kızı Müzeyyen ile geldi. Küçük kızı dediysem 50lerinde, kendisi de 98 yaşındaymış. Mavi gömlek, krem rengi pantolon ve aynı renkte kasket vardı üzerinde, saçları kaşları ağarmış ama sakal tıraşını olmuştu.

İltifatlarla başladı konuşmaya, seni gördüm bayılırsam beni tut Müzeyyen dedim diyor gülerek. Nasıl hoşsohbet! Vefa lisesinin müdürü olarak emekli olmuş, ilk öğrencisi Süleyman Demirel, son öğrencisi Kemal Sunal imiş. Eşi de kendisi gibi öğretmenmiş, çocuklarının hepsini okutmuş, hepsinin mesleğini, eşlerinin mesleklerini sayıyor. Bana mezun olduğum okulu soruyor. Cevabım üzerine aferin diyor, okulu bitirdin, işe girdin, müdür oldun, şimdi iyi bir eş seç, işi mesleği olan, senin kıymetini bilen… Bu konu önemli, kadın da olsa erkek de olsa bu konuyu idrak etmiş herkes ağızbirliği etmiş gibi mutlaka kıymet bilme kriterinden bahsediyor.

Sonra kendisinin eşinin kıymetini nasıl bildiğini anlatıyor. Eşime her şeyin en iyisini aldım giydirdim. Kendime de iyi baktım, her gün tıraş oldum, temiz giyindim, sigara içki içmedim. Sende eşinin hakkı var, sakal bırakırsam eşim nereden öpecek, değil mi ama? Sen de kendine iyi bak, paranın tamamını harcama, bir köşeye birazını sakla, gerekirse başkasından istemezsin. Onun dışında gül, eğlen, hoşuna giden şeyleri yap, gece uyumadan önce güldüğün şeyleri hatırla, hiçbir şeyi kafana takma. Dün geçti, her yeni güne bugün çok iyiyim diye başla. Hep gül eğlen, hayat bu.

Kızının ve diğer müşterilerin soruları arasında dinlediğim bu yaşam dolu amca daha birçok şeyden bahsetti. Ta lisede okuduklarını hatırladığından, Atatürk’ü 4-5 kere gördüğünden, bol bol ekşi elma yediğinden, onun damarları temizlediğinden, az yemenin ömrü uzattığından… Bu konuşma performansına kızı alışıktı sanırım, uzatmasına izin vermemek için hadi gidelim dedi kalktı. Ama baba kendisini alamıyor, ben hiç yaşlandım artık demedim, her gün bugün çok iyiyim diyerek başladım, öyle de oldu, hem bize de gel, sohbet ederiz diyerek evini tarif ediyor.

Katılıyorum, her gün bugün çok iyi diyerek başlamalı, ayrıca günün ilk müşterisi onun gibi bir müşteri olmalı, hep gülmeli eğlenmeli. Hayat başka ne olabilir ki?!

10 Ağustos 2008

Derki Sayı 28: Sonunda Hologram Yaptım!

Hologram teknolojisiyle ilgilenmeye başlayalı yaklaşık iki yıl olmuş. İlk zamanlardaki hevesim pratik imkânsızlıklar nedeniyle biraz kırıldığı için araştırmalarıma ara vermiş ve bir süredir gözle görülür bir çalışma yapmıyordum. Ancak zamanında yaydığım titreşimler sonuçsuz kalacak değildi herhalde ki cumartesi günü mucizevi bir şekilde hologram yaptım! Daha doğrusu yaptık. Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü'nde öğrenci olan genç arkadaşım Aylin'le hocamız Doç. Dr. Necati Ecevit gözetiminde.



Efendim, üstte sadece kurması yaklaşık iki saatimizi alan düzeneğimizi görüyorsunuz. Fotoğrafta yeterli detay görünüyor mu bilmiyorum ancak üzerinde yer alacak tüm gereçleri vidalayarak sabitlememize imkan veren delikleriyle geniş bir matrikse benzeyen masa, yerden gelen titreşimi engellemesi için ağır mermer bloklardan oluşmuş. Titreşim hologramın baş düşmanı olduğu için bu önlemlere ek olarak olabildiğince az konuşmaya ve hatta nefes almaya gayret ediyoruz. Fotoğrafta en sağda görmüş olduğunuz kırmızı nokta 632 nanometre boyunda ışın yayan kaynağımız. Cümleye dikkatinizi çekerim, gayet bilimsel bir iş çeviriyor olmanın bilincinde kurulduğunu fark ediniz, 'yani kırmızı lazer' deyip basite indirgemeyiniz. Aynı hizadaki ayna ondan gelen ışığı ortadaki merceğe yönlendiriyor. Ayrı parçalar olduğunu fotoğraftan göremiyoruz ancak merceğin sol yanında bir uzaysal filtre (spatial filter) iğne deliğinden geçen ışını çalışacağımız film boyutunda bir alana yayıyor. Onun ucuna da yayılan ışığı yoğunlaştıran 4 mikron çapında başka bir kompakt mercek var ki karanlık ortamda iplik gibi görünen lazer ışınının incenin de incesi bir ayarla içinden geçiriliyor ve böylece 50 derece eğimle görünen kartona olabildiğince temiz ve yoğun bir ışık düşmesini sağlıyor.

İncenin de incesi ayarlarla ışınımızı lazerden pozlayacağımız filme kadar sağ sağlim ulaştırdıktan sonra tüm gereçleri karşılıklı en az iki vida ile masaya sabitliyoruz. Her biri yapmayı umduğumuz hologramda ölümcül hatalara neden olabilecek bu minik ayrıntıların henüz başında olduğumuzun farkında değiliz. İki saatte kurduk ya, 5 dakikada yaparız modunda yerine filmimizi koyacağımız kartona düşen ışığın gücünü ölçüp pozlamak için tahmini bir süre belirliyoruz. Işının sağ sağlim filme ulaşması gibi sağ sağlim pozlamayı durdurmak için düzeneğimize pozlama süresi dolunca kapatacağımız shutter ekleniyor. Eski fotoğraf makinelerinde olduğu gibi bir kablosu ve düğmesi olan shutterimizin tamamiyle manuel olduğu yetmezmiş gibi timerimiz de yok ve bu nedenle kaç saniye pozladığımızı model olarak getirdiğim saatin tiktaklarını sayarak ölçüyoruz.



İlk modelimiz hologram yarışması için aldığım dalmaçyalı köpek biblosu. Bu kadar beklediğine değecek bir ilgiye mazhar oluyor köpeciğimiz. Önce dört ayağından Japon yapıştırıcısıyla taşıyıcıya yapıştırılıyor, kuruduktan sonra da burun üstü yere çakılmış gibi döndürülüp pozlanmayı bekliyor. Yapacağımız hologram denisyuk tipi hologram. Lazer düzeneğimiz tepede değil masada olduğu için hocamız tepeden gelen güneş ışığında düz görebilmemizi sağlayacak şekilde olması için böyle yaptığımızı açıklıyor.

Tamamen sabitlenen modelimizi taşıyıcısına yerleştirdikten sonra neredeyse hazırız. Diğer yanda banyolarımızı hazırlıyoruz. Fotoğrafta içi boş olarak gördüğünüz dikdörtgen leğenlerde holografik filmimizi pozladıktan sonra görünür hale getirmemizi sağlayacak solüsyonlar yıllar önceki siyah beyaz fotoğraf bastığım geceleri hatırlatıyor. Temel mantık yine aynı, geliştirme (developer) durdurma ve ağartma (bleacher) Hologramda farklı olarak pozlamadan önce triethanolamine banyosundan geçireceğiz. Bu banyo tek renk lazer kullandığımız için monokrom olacak hologramımızın gözle görünmeyecek denli ince olan emülsiyonunun kimyasını etkileyerek renk skalasının bir bölümünü yansıtan, yani nisbeten daha renkli hologramlar üretmemize yarayacakmış. Yapacağımız şey holografik filmi kutusundan çıkardıktan sonra bu solüsyonla ıslatmak, sonra kurulayıp çerçeve oluşturması için kenarını bantla kapladıktan sonra masanın üzerindeki düzenekte yer alan film tutucuya yerleştirip pozlamaktan ibaret. Ancak asıl eğlence bütün bunları film ışığa duyarlı olduğu için karanlıkta yapmamız gerektiğini öğrendiğimizde başlıyor. O anda imdadımıza solgun ışığıyla yeşil renkte bir led lambası yetişmese bütün ışıkları kapatıp gözümüzün karanlığa alışmasını bekleyip, karanlıkta el yordamı ile yapacaktık.

Geliştirme banyosu hızla bozulduğu için karıştırmayı pozlama sonrasına bırakıyoruz ve ağartıcıyı leğenine koyuyoruz. En son aşama olan ıslatıcıyı (wetting agent-foto flo) aradaki yıkama işlemini yapacağımız musluğun hemen yanına hazırlıyoruz.

Film kutusunu elimizin altına yerleştiriyoruz. Masamızı, shutterimizi, tüm öğeleri sabitlenmiş mi diye pat pat vurarak kontrol ediyoruz. İzleyeceğimiz adımları sırasıyla gözden geçirip ilk testimizi yapacağız. Bu noktada akılda tutacağımız detaylara bir yenisi daha ekleniyor. O da filmin emülsiyonlu yüzeyini zedelemeden tespit edip film kutusundan masaya, oradan banyolara doğru şekilde ulaştırmak. Kullanacağımız materyal bir yüzeyi emülsiyon kaplı bir cam aslında. Emülsiyon gözle görülmeyecek denli ince olduğundan soluk güvenlik ışığında gözlerimizi değil tırnağımızın ucunu kullanıyoruz. Camın kenarını tırnağımızla çizer gibi yapıp kayıyorsa cam, güçlükle kayıyor, bir şeyi kazıyor gibi oluyorsa emülsiyonlu tarafı olduğunu anlayacakmışız. Bir kere anladıktan sonra unutmayıp triethanolamine banyosunda üstte, pozlarken obje tarafında ve diğer banyolarda da üstte olacak şekilde yerleştireceğiz. Herhangi birinde şaşırırsak ya hiç pozlanmadığı ya da zedelendiği için hologramımızın hiç çıkmama riski var.

Konsantrasyonumuzu bozmadan ilk testi kimin yapacağına karar veriyoruz. Birbirimizin ayağına dolanmamak için bütün aşamaları bir kişi yapacak. Şanslı kişi Aylin oluyor. Işığı kapatıyoruz. Güvenlik ışığında filmi kutusundan çıkarıyor, triethanolamine banyosundan geçirip süzdürüyor, önce bir araba sileceğinin lastiğiyle –yanlış okumadınız- sonra fön makinesiyle tamamen kurutuyor. Dört kenarını bantla çerçeveliyor ve emülsiyonlu tarafı objeye bakacak şekilde film taşıyıcıya yerleştiriyor. Film taşıyıcıyı henüz kurcaladığı için mikron düzeyinde bile titreşim yaşamaması için yarım dakika kadar hep birlikte nefesimizi tutup bekliyoruz. Sonra shutteri açıp pozluyor, sessizlikte dinlediğimiz tiktaklardan on tane sayıp shutterı kapatıyor. Filmi çıkarıp bir kenara koyuyor ve ölçülmüş olan geliştiriciyi leğeninde karıştırıyor. Kenarındaki bantları çıkarıp emülsiyonlu kısmı üstte olacak şekilde filmi geliştirme banyosuna koyuyor. Tepkimeye giren film emülsiyonunun karardığını görüyoruz. Banyonun tam tesir etmesi için leğenin köşesinden tutup hafifçe kaldırarak film üzerinde minik dalgalar oluşturuyor. Her yanı eşit şekilde karardıktan sonra filmi alıp musluktan akan suyun altında yıkıyor. İdeali saf su olsa da musluk suyumuzla 2- 3 dakika boyunca mütevazi hologramımızı yıkıyor ve ağartma banyosuna alıyor. Yine emülsiyonlu yüzeyinin üstte olmasına dikkat ederek. Köşesinden salladığı leğendeki dalgalar filmi bu sefer de ağartmaya başlıyor. Bantın altında kalan kısım hiç pozlanmadığı için tamamen şeffaf, filmin kalanı ise aynı tonda bir açık sarı olunca banyodan çıkarıp yine 2-3 dakika akarsuda yıkıyor. En son olarak foto floda minik dalgalarla köpürttükten sonra süzdürüp yine araba sileceğinin lastiğiyle zedelemeden solüsyonu akıtıyor ve fön makinesiyle tamamen kurutuyor.

Nefesimizi tutup hologramımız çıkmış mı diye spot ışığının altında bakıyoruz. Evet, köpeğimizin dört ayağı, ve gövdesinin alt kısmı bakırdan küf yeşili tonlarına kadar gayet net şekilde görünüyor. Açısını değiştirerek köpeciğimizin başını da görüyoruz ancak zorlukla. Yine de ilk hologramımızı yapmış olmanın coşkusuyla bir de gün ışığında bakmak için dışarı akın ediyoruz. Elindeki camı birbirinin elinden kapan dört kişiye duvara sıva yapan işçiler şaşkınlıkla bakıyorlar ancak onlara aldırmıyoruz. İlk testimiz başarılı!

Heyecanla karanlık odaya dönüp bir hologram daha yapıyoruz. Her şeyi yapan ikinci şanslı kişi benim. Pozlama süresinde ufak bir değişiklik dışında aynı işlemleri yapıyorum ve sonuç benzer çıkıyor. Üçüncü denememizi başka bir kutu filmden yapıyoruz, sonuç daha iyi değil. Hocamız köpeğin ayaklarının net çıkmasını filmin film taşıyıcıya sabitlendiği kısmı olmasına bağlıyor. Titreşime dair aldığımız önlemlerin filmin taşıyıcıdan uzak kısmında yetersiz kaldığını ve köpeğin başının o nedenle net çıkmadığını söylüyor. Karanlık odada geçirdiğimiz saatler bizi sabrımızın sınırına yaklaştırdığından son bir deneme yapıp bırakmaya karar veriyoruz. Bu sefer hem daha küçük bir obje hem de daha yeni bir film paketi deneyeceğiz. Köpeğin önüne metal prenses Leila heykelini yerleştiriyoruz. Daha küçük ve ince bir filmle yaptığımız tek deneme tek kelimeyle mükemmel sonuç veriyor.



Prenses Leilamızın arkasında tamamı görünen köpeğimizle son hologramımız belki en şahane kompozisyon değil ancak netliği ve yansıttığı renkler bütün bu çabaya değdiğini gösteriyor. Hocamıza sağladığı imkanlardan ve ayırdığı zamandan ötürü teşekkür ediyor, banyoları boşaltıp karanlık odayı temiz bir şekilde bırakıyoruz. Hologramlarımız sadece meşakkatli çabamızın ele gelir ürünü olmaktan öte istediğim her şeyi yapabileceğimin de kanıtı oldu.