11 Kasım 2009

Derki Sayı 34: Tayland'da On Gün

Ko Samui ya da sadece Samui olarak bilinen ada, Tayland Körfezi’nde yer alıyor ve turistik olmakla birlikte ziyaretçilerine çok az yerde görebilecekleri derecede naturel bir doğa sunarak kendilerini cennette hissetmelerini sağlıyor. Nereden mi biliyorum? Ağustos ayında yaptığım(ız:) seyahatten!

Heyecanla beklediğimiz bu tatile hazırlığımız bir arkadaşımın yardımıyla oldu. İstanbul’dan Bangkok’a ve oradan da Samui’ye olan uçuşlarımızı (ve dönüşlerini tabii ki), orada kalacağımız yeri, Bangkok’da kalacağımız yeri ve kısıtlı zamanımızda alacağımız turları gitmeden önce onun sayesinde kesinleştirmiştik. Bize sadece 10 ağustos Pazartesi akşamı uçağımıza yetişmek kalmıştı. Rahat bir gece yolculuğunun ardından sabah gözlerimizi Bangkok’un gözalıcı Suvarnabhumi Havaalanında açtık. Yaklaşık 8 saati yolda geçirmiş olsak da Tayland’ın bize göre 4 saat ileri olması nedeniyle yerel saat öğleni gösteriyordu. Üçgen pencereleriyle yukarıdan labirente benzeyen dev bir sanat eserine benzeyen havalimanında rahatlıkla yolumuzu bulduk ve alışılmadık deseniyle dev bir maket uçağa benzeyen ikinci uçağımıza binip Samui’ye ulaştık.

Oradaki otelimiz adını hakeden bir güzellikle karşıladı bizi. Kırmızı çiçekleri olan dev bir ağacın altından insan boyunda yeşilliklerin arasından bize ayrılmış bungalova geçtik. Tropik iklimlerin bütün bitkilerini barındıran Le Paradis Boutique Resort Chaweng Plajında tek katlı müstakil bungalovlardan oluşan şık ve değişik bir oteldi. Odamız hiçbir fazlalığa yer vermeyen bir minimallikle döşenmişti. Hemen dışındaki ağaçlar pencereyi açtığımız gibi kendimizi cangılın içindeymiş gibi hissetmemizi sağlıyordu. Bir kapıyla geçilen banyonun çatısındaki kuşları ve maymunların sesini duyabileceğimiz hatta ağaçların tepesini göreceğimiz şekildeki açıklık da bu duyguyu güçlendiriyordu. Gül yapraklarıyla süslenmiş yatak, banyo küveti, tropik meyveler, şampanya… nereye baksak ayrı bir detay görmek çok hoşumuza gitti. Sonradan hizmete dayalı her konuda Taylandlılar’ın aynı titizliği ve cömertliği gösterdiklerini anladık.

Chaweng Plajı, adanın doğusunda en hareketli sahil şeritlerinden biri. Gideceğimiz yerin bir ada olduğunu düşününce biraz hareketin fazla gelmeyeceğini tahmin ederken yanılmadığımızı anladık. Sahil, birbiri ardından devam eden otellerle dolu. Birçoğunun restoranı da var ve tabii ki dışarıdan da yemek yemek için ziyaret edilebiliyor. Sahile paralel ilerleyen caddesinde bol miktarda hediyelik eşya, mücevher, giysi satan dükkan ve tezgahın yanı sıra hem Tayland hem dünya mutfağından tadabileceğiniz restoranlar, kafeler ve masaj salonları var. Taylandlılar hep gülümsüyor ve teşekkür ediyor. Bir alışveriş sonrası, ya da sipariş verdikten sonra, hatta bir şey almadan çıksanız da ellerindekini bırakıp, iki ellerini birleştirip başlarını eğerek veda ve teşekkür ediyorlar. Masaj salonlarının ne kadar çok ve ne kadar dolu olduğuna hayret ederek ilerliyoruz ve güzel görünen bir restorana giriyoruz.

Denize doğru masalarında caddenin kalabalığından uzak, hafif doğu müzikleriyle ilginç bir yemek yiyoruz. Ismarladığım yengeç, gövdesi, altı ayağı ile şekli hiç bozulmamış olarak geliyor, kabuklarını çıkarıp nasıl bütün olarak piştiğine hayret ederek yiyorum yemeğimi. Restoranın girişinde ve menüde şefin ve restoranın aldığı ödüllerden bahsediliyor. Şans eseri adanın en iyi restoranına geldiğimizi düşünüyoruz. Yüklü bir hesaba değdi diyerek hazırlıklıyız ama hesap da düşüklüğü ile şaşırtıyor bizi. Sonraki günlerde karşılaştığımız başka yerlerden sonra rekabetin turizmde hizmet seviyesini hayli arttırdığını ancak bunun fiyatlara pek yansımadığını anlıyoruz.

Yol yorgunluğunu atmak için başka bir şey yapmadan odaya dönüyoruz. Ve uykumuzu alıp otelin kahvaltı için deniz (ve havuz) kenarındaki restoranına gidiyoruz. Kahvaltı sistemi ilginç geliyor. Bize kahvaltı olarak istediklerimizi işaretleyeceğimiz bir form ve kalem veriyorlar. Formda dünya mutfaklarında kahvaltı olarak servis yapılan şeyler yazıyor, ingilizce olarak. Tayland bölümünde kahvaltı seçeneklerimizin karidesli, tavuklu ya da domuzlu, pirinç çorbası, kızarmış ya da buharda pişmiş pirinç olduğunu görünce kahvaltıda Tayland mutfağından vazgeçip, bol tropik meyvelere yöneliyoruz.

Samui’nin yağmurlu sezonunda olmasına rağmen hava 40 derece civarında ve hissedilir ölçüde nemli. Daha odadan çıkmadan bulunduğumuz enlemin 9. olduğunu ve güneşin dik gelmesinden ötürü güneş yanığına karşı önlem almamızı hatırlatan notları okuduğumuzdan şemsiyenin altına yerleşiyoruz ve bir kartpostal gibi görünen manzarayı izliyoruz. İncecik altın rengi kumlar sahil boyunca açık turkuaz rengi denizle birleşiyor. Karşımızda bir ada, arkamızda palmiyeler ve hindistancevizi ağaçları. Sıra sıra otellere bir de sahilden bakıyoruz, insan gözünü rahatsız eden tek bir şeye rastlamıyoruz. Otellerin hiçbiri, daha doğrusu hiçbir yapı ağaçlardan daha yüksek olmadığı için ağaçların arasında kaybolmuş gibiler. Sahilde yaptığımız yürüyüşte kumsal kafelerini ve yine bol miktarda masaj salası görüyoruz. Fiyatlara alışmamız biraz şaşırtıcı oluyor. Yemeklerde olduğu gibi masaj da fazlasıyla ucuz, bir saatlik Tai masajı 250- 300 baht civarında, yani 8-10 lira! Sahilde boydan boya yürürken yorulmuş bedenimize iyi geleceğini düşünerek bir tanesine geçiyoruz.
Plajdaki masajcılar ağaçların ya da kendi yaptıkları gölgeliğin altına yanyana konmuş genişçe yataklarda yüzükoyun denize doğru uzanırken masaj yapıyorlar ve keyfine doyum olmuyor. Klasik tai masajı biraz farklı, sadece ellerini kaydıracak kadar yağ sürüyorlar ve dört bir yandan dolaşıp, kollarını bacaklarını kaldırıp gerdirerek en son oturtup omurgayı iki yana esnettikten sonra bir de ikiye katlayıp bütün omurlarını açarak bitiriyorlar. Bittiğinde insan kendini bir saat egzersiz yapmış gibi zinde hissediyor ve kesinlikle bağımlılık yapıyor. Tai masajından hoşlanmayanların istedikleri yağla vücuda, ayağa, yüze, kafaya masaj yaptırması da mümkün.

İkinci günümüzü çoğunlukla dinlenerek geçirdiğimiz için başka bir yerde yine bir o kadar güzel akşam yemeğinden sonra gece hayatını keşfedecek enerjimiz vardı. Adada gece hayatının kalbi bulunduğumuz Chaweng ve yakınımızda olan Lamai Plajlarında atıyormuş, biz de yakınımızdaki Green Mango’ya yöneldik. Yolumuzun üzerinde başka bir dolu bar vardı ve nedense çoğunda birçok genç (yerli) kız eğlenirken çok az erkek vardı. Bazı barlarda kızların üniforma gibi aynı üstlerden giydiğini görünce işin boyutunun biraz farklı olduğunu anladık. Green Mango’nun hayli yüksek volümde tekno müzik çaldığını ve boş olduğunu görünce ikinci seçenek olan Reagge Bar’a yöneldik. Orada hem daha çok insan vardı hem de canlı bir grup çalıyordu.

Sonraki günümüzde denizden biraz feragat edip adada görülecek yerlere gittik. İlk durağımız bulunduğu yere ismini vermiş olan Big Buddha heykeli oldu. Kamyonetten bozma bir minibüs, rotası farklı olduğu halde müşterisi olmadığı için bizi heykele, adanın kuzey doğu köşesine götürdü, hatta orada başka vesait bulamayız diye gezmemiz bitene kadar bekledi. Big Buddha, merdivenle çıkılan bir tepede yer alan, altın rengi dev bir buda heykeli. Merdivenin kendisi, iki yanı ve etrafındaki daha küçük heykellerde üstün sabırla yapıldığı belli olan bir çok detay vardı. Bunların rahipler tarafından yapıldığını öğrendik ve hayran kalarak adanın kuzey kıyısına BoPhut’a devam ettik.

Fishermans Village adaya ilk taşınan Fransızlar’ın yerleştiği bölge, BoPhutla birleşen kuzey sahili boyunca Chawenge göre daha naturel bir doku hakimdi. İçerik yine restoranlar, barlar, hediyelik eşyacılardan oluşuyordu. Marka haline gelmiş Starfish&Coffenin otantik ortamında güzel bir yemek yedikten sonra döndüğümüzde kuvvetli bir yağmur başladı. Altında kalanı bir dakikada sırılsıklam edecek kadar yoğun olmasına rağmen hava sıcaklığı değişmediği için haşlanıyormuş gibi bir his yaratıyordu.

Sonraki günlerde plajda yaptırdığımız masajlar öylesine bağımlık yaptı ki daha iyisi için tavsiye edilen ve neredeyse yarım gün geçirdiğimiz spalara yöneldik. İlk denediğimiz Tamarind Spa oldu. Rezervasyon yaptırırken fiyatını biraz pahalı bulduğumuz, çıktıktan sonra da kesinlikle değdiğini düşündüğümüz bir servis aldık. Önce hindistan cevizi kokan buhar odasında terleyip, tamarind ağaçlarının altında, kayaların arasından dökülen doğal bir havuzda serinlediğimiz 1,5 saatin ardından ikram edilen tai atıştırmalıklarını alıp bize özel bir salada 2.5 saat tai masajı ve 1 saatlik yüz, kafa ya da ayak masajı arasından seçtiğimiz başka bir masaj daha yaptırdık. Taylandın tüm otantik öğelerini taşıyan deniz manzaralı açık hava salalarda birer kişi masaj yaparken başka bir genç kız da sineklerden rahatsız olmayalım diye dev bir yelpazeyi sallıyordu. Benzerlerini 30’lu yılların otantik filmlerinde gördüğüm böyle bir sahneyi bizzat yaşayacağım aklımın ucundan geçmezdi. Heyhat! Hayat sen nelere kadirsin diyerek tadını çıkardım!

Bu kadar yumuşadıktan sonra hareketli birşeyler yapmak yerine favori tai restoranımız haline gelen H.O.T. (House of Thai) de akşam yemeğimizi yiyip ilanlarını gördüğümüz 1. Samui Bağımsız Filmler Festivalini keşfetmek üzere yola çıktık. Coeng Mon Plajındaki büyük bir otel olan Imperial Boat House’ın içindeki avluya dev bir perde gerip sandalyelerle harika bir açıkhava sinemasına dönüştürüldüğünü gördük. Filmler başlayana kadarki canlı müzik, ayaklarımızı uzatarak izlediğimiz çoğu gezegenimizin geleceği için bilinçlenmeye yönelik birbirinden güzel filmler harika bir akşam geçirmemizi sağladı. Bulunduğu enlemin başka bir sonucu olarak havanın akşam yedide zifiri karanlık hale gelmesi bu etkinlik için bir avantaj olmuş. Bir de tai yemekleri ve kokteylleri hazırlanan standları görünce bir sonraki akşam yemeği orada yiyecek şekilde gelmeye karar vermiştik.

Masajla geçen günlerin ardından adada görülecek diğer yerlere odaklandık. Yarım günde ya da tam günde bazılarıyla ilgilenmediğimiz birçok aktivite sığdırmış turların programlarını okuduk, yorulmaya gelmedik diyerek bir taksiyle bizi ilgilendiğimiz birkaç noktaya götürecek ve bekleyecek şekilde anlaştık. İlk durağımız bütün tur programlarında geçtiği için atlayamadığımız adanın güneydoğu sahilinde yer alan büyükanne ve büyükbaba taşları adındaki kaya oluşumu idi. Orijinal adı Hin Ta- Hin Yai olan bu kayalara gerçekten yoğun bir turist akımı vardı ama tam olarak ne olduklarını anladım desem yalan olur.

Oradan adanın içine, Namuang Şelalelerinin ikincisine geçtik. Hayli yamaçta arabayla gidebildiğimiz yere kadar gittikten sonra yaya devam ettik. Turistik yerler olduğunu düşündüğümüzden plaja gider gibi hazırlanmıştık. 45 derece eğimli dağ patikalarından tırmandıktan sonra bulduğumuz avuç içi kadar bir doğal havuzcuk olunca ve onu onlarca insanla paylaşmak durumunda olunca bir miktar moralimiz bozuldu. Yine de biraz serinleyip dönerken yukarıda yerli bir adam hareketleriyle yukarıda daha büyük, daha güzel, yüzebileceğimiz ve fotoğraf çekebileceğimiz başka bir havuz olduğunu anlattı. Daha dik patikalardan ağaçların dallarına tutunarak, köklerinden destek alarak, kimi yerlerde halatlara asılarak ve kesinlikle ardımıza bakmayarak ayağımızdaki şıpıdak terliklere zarar başka bir tırmanıştan sonra bahsettiği yere ulaştık. Ve o tırmanışa değdiğini anladık. Bol bol yüzerek, bulduğumuz serin suyun tadını çıkararak vakit geçirdikten sonra o korkutucu yolu aynı şekilde indik. Bizi çıkaran amca güvenli bir yere kadar inmemize de eşlik etmemiş olsa benim inişim kesinlikle yuvarlanarak olurdu. Biz çıkarken de inerken de kan ter içinde kalmış olmamıza rağmen o terlememişti bile ve üzerinde bizim gibi parmakarası bir terlik ve şort vardı sadece.

Sandığımızdan uzun süren şelale maceramız boyunca taksicimiz söz verdiği gibi beklemişti ve bizi aldığı gibi Birinci Namuang Şelalesine götürdü. ikincisinde yaşadığımız heyecandan sonra birincisi oyun havuzu gibi gelmişti, öyle ki tırmanmamız bile gerekmiyormuş. Yüzerek, yanımızdan geçen fil safarisini izleyerek vakit geçirdikten sonra yorgun bir şekilde otelimize döndük.

Sonraki gün Samui’de yapılacak başka bir olmazsa olmaz tura katıldık. Bizi sabah yedide otelden alıp Nathon’dan kalkan hızlı feribota yetiştirdiler ve “Kumsal” kitabının yazıldığı ve bazı sahnelerinin çekildiği adaların bulunduğu, koruma altındaki Ang Thong Deniz Parkı’na gittik. İçinde krater gölü olan bir adada durduk, fotoğraflamak için epey bir tırmandık. Sonra gruplara ayrılıp rehber eşliğinde kanoyla gezdik, adaların etrafından, hatta içlerinden dolaşarak kürek çekmek çok zevkliydi. Üstelik rehberimiz isteyen herkesin fotoğraf makinesini alıp fotoğrafını çekiyordu. Nasıl oldu kimsenin makinesi denize düşmedi hayret. Teknede öğle yemeği için molanın ardından bu sefer şnorkelle mercan dolu kayalıkları keşfettik, isteyenler olta salladı isteyenler kanoyla devam etti ve macera ve aksiyon dolu bir gün geçirdikten sonra feribotumuz hızla Nathon’a geri döndü ve bizi topladıkları gibi otellere bıraktılar.

Akşam başka bir bölgeye gidemeyecek kadar yorulmuştuk. Biz de otelin hemen yanında gösterişli ve bir miktar da ürkütücü kostüm ve makyajlarıyla reklamına rastladığımız “Starz Show”a bir bakalım dedik. Ladyboylardan ikisinin sunduğu, 10’unun da dans ettiği bir gösteriydi. Çoğunlukla ünlü Hollywood gösterilerinin benzer kostümler ve aynı danslarla icra edildiği, kostüm değiştirme hızlarına ve playback yapanların bir kere bile hata yapmamalarına ve tabii güzelliklerine hayret ettiğimiz, büyük bir turist kalabalığıyla birlikte izlediğimiz enerjik bir gösteriydi.

Hızla geçen on günden sonuncusunu başka bir spa merkezi olan Eranda Spa’da buharlı ve uzun masajlı bir şekilde gevşeyerek ve iki gün önceden yer ayırttığımız Zazen’de akşam yemeği ile geçirdik. Maenam Plajındaki Zazen, adada gördüğümüz en orijinal otel ve restorandı. Ödüllü menülere Tayland geleneksel dansları eşlik ediyordu. Birbirinden şirin üç genç kız iki saat boyunca sürekli kostümlerini değiştirerek canlı müzik eşliğinde Tayland folklorunda yer alan dansları sergilediler ve biz izleyenleri mest ettiler.

Her güzel şeyin olduğu gibi bu tatilin de sonu geldi ve bizi Bangkok’a götürecek uçağı beklerken gördüğümüz en değişik havaalanında bulunduğumuzu fark ettik. Çünkü ne check-in yaptığımız yerin, ne uçağa bineceğimiz terminalin duvarı yoktu. Birbirinden bağımsız, sadece çatıları olan ve yiyecek, içecek, dergi ve internetin ücretsiz ikram edildiği sanırım tek hava alanıydı. Tayland körfezinde, çok bilinmeyen bu tropik adadan Tayland masajı ve acı Tayland yemeklerinin tutkunu olmuş bir şekilde güçlükle ayrıldık.