15 Mart 2008

Giderayak

Dikkatimi çekmesi konuşması rahatsız etmeye başladığında mümkün olabildi. İlgilendiğim pek mühim(!) işten kafamı kaldırıp görevliyle konuşmasını dinledim. Maaşını alırken her zaman iki imza verirmiş, son aldığında dört imza vermiş, nedenmiş. Cüzdanında yatan çekilen bişey bişey yazıyormuş, anlamamış ama cüzdanını da getirmemiş. Bakıyorum, bankonun ardında kısa boylu, karalığı esmerliğinden mi yoksa kirliliğinden mi anlaşılmayan bir delikanlı. Yakışıklı değil, yakşıklı demesi sıcak anılarımı canlandırıyor. Halam da ağabeyimi hala öyle sever… Kazadan önce yakşıklı garsondum, şimdi yakşıklı boyacı oldum cümlesini tekrarlıyor. Görevlinin elin ayağın tam, çalışıyorsun ya önemli olan o deyişini sağlık olsun diyerek onaylaması benim ya da herhangi birinin aynı iki kelimeyi lafın gelişi söylemesinden daha anlamlı geliyor kulağıma. Geçirdiği kaza fiziğinden bir şeyler götürmüş ki sakat maaşı bağlanmış, ancak ruhundakiler tam…

Gitmeden önce boyatmak istediğiniz ayakkabı var mı diye soruyor hafif abartılı bir nezaketle. İki üç seferdir her giydiğimde şunları bir boyayayım dediğim botlarım için fırsat bu fırsat. Hemen mi boyuyorsun diye soruyorum. Botlarımı verirsem giyebileceğim yedek ayakkabım yok. Hemen boyuyormuş, sadece iki liraya. Botlarımı almak için bile zorla giriyor içeri. O geldiğinde uğraştığım işime dönüyorum. Gerçekten kısa bir sürede boyanmış cilalanmış, gıcır gıcır olmuş botlarımı iki eline geçirmiş geliyor. Saçlar uzamış, bağladığı beyaz önlüğü boyadan simsiyah olmuş, dirseklerinden kırdığı kollarının ucunda iki el yerine siyah botlarla nasıl mutlu!

Düşünüyorum, o mutluluğu nasıl yazarım diye… Öğlen yemek yediğimiz kafenin minik Güneş’i kadar mutlu. Güneş henüz bir yaşına girmedi, annesi, teyzesi ve anneannesinin kafesinde uyuyor, uyanıyor, mama yiyor, kucaktan kucağa geziyor ve keyfinin yerinde olduğu her anı kendisi ve çevresindekiler için cennete çeviriyor.

Ya da dün atmden parasını çektikten sonra gördüğüm 40larındaki adam kadar mutlu! Tüm yüzüne yayılan gülümsemesi narçiçeği rengindeki –bir erkek için cesur bir renk- kazağından daha önce çekti dikkatimi. Dün güneşli bir gündü ve o da narçiçeği kazağını giyip, annesini alıp dışarı çıkmış. Beklediği bir para mıydı ki çektiği diye düşünürken onlar da yola yöneldiler ve arkadan neredeyse başının orta hizasına yükselen kamburunu gördüm. Parasını annesine vermesi, annesinin sayıp çantasına koyması o zaman anlam kazandı.

Yeni yakşıklı boyacım da öylesine mutlu benim botlarımı giymemi izledi. Parasını almak istemezken benim ısrarımla alırken, başka ayakkabısını boyatmak isteyen var mı diye sorarken gülümsüyordu. Bense 2 lira için ayakkabıdan olmam inşallah diye düşündüm ve böyle düşündüğüm için utandım. Cemile de bunu hissetmiş gibi kapının önüne bakıp orada boyadığını söyledi. Boyacının gidişini izledim camın ardından, sanırım sol eliydi kazada giden. Çünkü sağ eli görünüyordu, ancak kirli delikli kapüşonlu üstünün sol kolu dirseğinden sallanıyordu. Mutlu mutlu, yaylana yaylana, etrafına baka baka yürüyordu.

Hiç yorum yok: