28 Eylül 2006

Deney #4

Ekipman: Mevcut Hologram Seti ve 8mWlık yepisyeni lazer diyotum
Pozlama: 5+2 dakika
Sonuç: Ne sonucu? Ne sonucuu?! Böyle sonuç odaklı işleri methedip beni dellendirmeyin diyorum!!!

Yukarıdaki iki satırdan anlaşılacağı gibi hologram yarışmasına yetiştirme umuduyla Salı günü apar topar değiştirdiğim lazerimle yaptığım ilk denemeler de herhangi sevindirici bir sonuca ulaşmadı. Ne umutluyum oysa ki… Lazerin gücünü arttırdık ya, şıppadanak yapacağım sanmıştım, bir önceki gün iyice dinlenip –uyuyakalmanın nazikçe ifadesi olur bu da- dün de gezmelerden erken dönmüştüm. Hele bir de dün öğledensonra birden bire karşıma çıkan projeyle ilgili daldığım hayallerden sonra bu mesajı yazarken nasıl utanıyorum, bilemezsiniz.

Olsun, moralimizi bozmayalım. Sanki hologram yapamadığım ilk deney, hah! Ben böyle hologram yapamaya yapamaya, yaptığım ilk anın coşkusuna yatırım yapıyorum bikerem! Züğürt tesellisi fonda çaladursun dün akşam lazerle yaşadığım münasebeti anlatayım, bu hakikaten komik!

Efendim, -bir kitlemiz var ya, öyle kendi kendine konuşmak modundan kalabalıklara seslenmek moduna geçtiğimizin resmidir- daha şık olduğunu daha önceki yazılarda müjdelediğim yeni lazerimiz, 8 mWlık güçte ışın yaymanın yanında biraz daha alengirli bir yapıya sahip. Çapı ve boyu biraz daha büyük ve önündeki merceği vidalı olması sayesinde ileri geri hareket edebiliyor. Bunu yapan vida da mikronlarla ölçülecek boyutuyla gövdenin üzerine gömülü halde duruyor.

Lazeri alırken bütün özelliklerini gösteren bir demo yaptık, merceği uzaklaştırdık, yakınlaştırdık, çıkardık. Bu fasilite ışını nokta şeklinde odaklamakla ilgili ve odaklamak istediğiniz yere olan uzaklıkla değişiyor. Neyse, merceği uzaklaştırdıkça odak dağılıyor ve benim sette tam ışın ayırıcı denen zımbırtının yaptığı şeyi yapıyor olduğunu farkettim ve bir kez daha sevindim. Merceği üzerinde, hiza ayarlama işinden yırttık diye sevinirken büyüteç etkisinin mercek üzerinde birkaç noktayı görünür hale getirdiğine şahit olduk. Tozdur, temizlenir deyip geçtik.

İşte evdeki eğlencenin ilk durağı bu toz zerresinde konuşlanmış oluyor. Ben, daha önce fotoğraf makinası, agrandizör gibi başka hassas aletlerin hassas objektiflerle daha önce haşır neşir olmuş, bilinçli –olduğunu iddia edebilecek diyeyim artık- bir insan olarak eve gelince lazeri çalıştırdım, toz zerreciğinin yerinde takıldığından emin oldum, bir kulak temizleme çubuğunu elime aldım ve refleks olarak dilimle ıslatıp merceğe bastırdım! Dakka bir gol bir! Ve hemen yaptığımın ne kadar salakça bir iş olduğunu mercekte bir çiçek gibi açılan izden anladım. Yılmadım, kulak pamuğunun temiz tarafıyla biraz ovaladım ki böylece salyamı merceğin yüzeyine eşit olarak yayabileyim! Şimdi bunları yazarken kahkahamı zor bastırıyorum ancak akşam işler bambaşkaydı. O en az kullanılan kelimeleri kullanmadıysam da isyan ettiğimi hatırlıyorum, vermeyin böyle şeyleri benim elime, ne işim var elimin hamuruyla minnacık mercekleri temizlemeye diye…

Bir derin nefes alıp verdikten sonra aklıma dizüstünü –ve diğer teknolojik oyuncakları- temizlemek için aldığım köpük sprey geldi aklıma. Daha kötü olamaz diye düşünüp onu püskürttüm. Deneyselliğim öyle üzerimdeydi ki, onu bile önce çalkalamadan –çalkalamak gerektiğini biliyordum halbuki- sonra çalkalayarak olmak üzere iki kere uyguladım. Bir süre elimde köpükten görünmeyen merceğe bakıp bu köpük kendi kendine mi eriyecek yoksa kulak pamuğuyla dürtmeye devam mı diye kararsız kaldım, baktım köpüğün eriyeceği yok, bu sefer temiz bir kulak pamuğuyla temizledim.

Lazere tuttuğumda zerreciklerin nurtopu gibi yerli yerinde durduğunu görünce hmm dedim, demek diğer tarafındaymış. İç tarafa toz girmesini aklım kesmemekle birlikte o kadar kurcaladık, orası da eksik kalmasın diyerek köpük işlemini ters tarafına da uyguladım, toz zerreciklerine kulak pamuğunun liflerini ekledim, onları iyice ovalayarak ilk aldığımdan daha temiz olmayan bir şekilde bu ızdıraba son verdim.

Sonra bir de bu vida ne kadar açılıyor acaba diyerek vidayı çıkartmam –düşürmem- onu arayıp, yerine takmaya çalışmam, defalarca takamamam vardı ki bu performansımı görüp, ben yine kek börek, ekmek yapmaya vereyim kendimi, en azından karnım doyar diye düşünmedim değil.

Meşakkatli temizleme faaliyetinden sonra lazeri sabitleme işini şaşılacak bir çabuklukla hallettim ve hemen pozlamaya geçtim. Özellikle belirtmek istiyorum ki, ışın ayırıcı yerine merceği ileride tutarak ışını yaydığım iki –başarısız- deneme yaptım. İlkinde 5+2,5 ikincisinde ise 8+5 dakika pozladım, güçlü ışıkla şokladım. Ve eskisinden bile beter, süper şeffaflıkta iki cam parçam oldu. İlk pakette sanırım sonuncu plaka duruyordu ancak ikisi de böyle çıkınca süreyi arttırmanın bir mantığı olmadığını düşündüm ve henüz erken olmasına rağmen gidip yattım.

Şimdi, bilim önlüğümüzü yine de giyip neden böyle olmuş olabilir sorusuna cevap arayalım: Aklıma ilk olarak, yaptığım en büyük değişiklik olarak ışın ayırıcıyı kullanmamış olmak geliyor. Sonra, eksik pozlama vs, eski bildik hikayeler… Ve daha öncesinden farklı olarak, açtığım kutunun işe yaramaz, bozuk olduğunu, bir üretim hatasının benim başıma patladığını falan düşünüyorum. Forumda benim gibi birinin –bu konuda yeni anlamında- iki zarı üst üste koyup hologramını yaptığını görmesem bu şüphemi genelleştirecek, bu hazır setin plakaları zaten çalışmıyor diyecektim ancak diyemiyorum… Bakalım kısmet diğer kutuya…

Bu arada havlu atmak gibi olmasın ancak hologram yarışmasına yetiştirebileceğim bir hologram yapma olasılığımın epey düşük olduğunu görüyorum. Bir haftadır dengeyi bu tarafa fazla kaydırmış olmanın taktığı bir çelme belki de… O nedenle, dengeyi tekrar kurmak, moralimi düzeltmek, dünyada keyifli başka şeyler olduğunu da hatırlamak adına bu akşam kendimi dansa vuruyorum ve döne döne uçup kelebek oluyorum.

4 yorum:

Adsız dedi ki...

Bi de anlayabilsem bu anlattıklarınızı, ne iyi olacak emme yoktir bende hologramik zeka!

Fırça: Ayrıca da hologram dünyanıza dalmış ve bizleri unutmuşsunuzdur, hatırlatayım diyom.

Pınar Y. dedi ki...

ooo, hoşgelmişsiniz Metin Bey! sefalar getirmişsiniz...

kim kimi/neyi anlayabilmiş ki şu fani dünyada?! gönüller şen olsun, gerisini boş verelim derim...

bu arada sizin yazlıkta yavrucağınızın kulaklarını çınlatıyorsunuz, farketmedim değil. hangi dalda yarıştığını öğrenmemize az kaldı, hissediyorum sanki :)

Adsız dedi ki...

Heh he! Ağzımdan kaçırmıycam işte!

Pınar Y. dedi ki...

n'olur söyleseniz sanki?!

bizi merakta koymasanız...