07 Nisan 2007

Festival bir kii hatta üüç!

Elde Makas Koşmak/ Running with scissors
ABD, 2006

Hayat kısa gülebildiğimiz kadar gülmek gerek felsefemin uzantısı olarak açıklamasında absürd komedi tagını tesbit ettiğim gibi izlemek üzere seçtiğim bu filmden geriye anlatacak ne kalmış bakalım. Filmin Amerikanın gayet düzenli, güvenli, normal, sıradan kesimlerinde geçtiği göz önüne alınırsa sanat yapacağım diye ilaç ve daha kötüsü psikiyatrist bağımlısı olup gerçekle bağını yitirmiş bir anne, hastalarını iyileştirmediği gibi çocuklarını evlat edinen ve ailedeki yıkımına onlar üzerinde devam eden bir sözde-psikiyatrist, ikisinin arasında hayatta ve sağlıklı kalmayı başarmış bir delikanlı ve hikayeyi daha da süsleyecek birkaç kaçık karakter daha bir araya gelince ortaya absürd bir film çıkmış. Spoilerlık olacak ancak yurdumuzun absürdlükte çok daha müreffeh bir seviyede olduğunu belirtmek için önermeden geçemeyeceğim. Gecenin bir yarısında bağırarak bütün ev halkını uyandıran psikiyatrist babanın herkesi banyoya toplayıp –ifademi bağışlayın- bokunun şeklinden tanrının kendisine mesaj gönderdiğini açıklamasına gülmemizi bekleyen yönetmen yapımcı tayfasına itiraf.com’da ‘fal’ kelimesini aratıp çıkan sonuçları okumasını öneriyorum. Nokta.



Bir de başrolü oynayan genç arkadaşımızın (Joseph Cross) oyunculukta iyi ancak olması gereken yaştan hep daha büyük olarak algıladım ben. Öyle olunca yaşadıkları daha normal göründü. Halbuki ne senaryolaştırılan kitabın yazarı Augusten Burroughs’un –kendisini de bu film sayesinde tanıdım, yazarmış, ne cehalet!- ne de yönetmenin amacının normal bir film yapmak olduğunu sanmıyorum.

Durgun Yaşam/ San xia haoren
Çin, 2006

İşte her festivalin olmazsa olmazı bir film. İlle de iyi bir şeyler yazacağız ya, aklıma daha iyisi gelmiyor. Ancak nedir film festivalinde olmazsa olmayan film? Tabii ki bir önceki festivalden beri izlediğin en uzun, sıkıcı, durağan film olan, ara verilmediği ve iki yanında uzun sıralar dolusu insan oturuyor olduğu için salondan çıkamadığın, kendini köşeye kıstırılmış, esir edilmiş hissettiren ve bu işkencenin biteceği anı saniyeleri sayarak beklemene neden olan filmdir. Ünlem!

Ve bu filmi açıklamalarına kanıp kendimiz seçtik izlemek için. Acıklı olan kısmı bu zaten. Yine de haksızlık etmeyip filmde bizim arabeskimiz diyebileceğimiz tınıda şarkılar söyleyerek dolaşan çocuğu ve üç boğaz bölgesinin –gerçekten varsa öyle bir yer- sisler içindeki manzarası başka bir yerde izleyemeyeceğim güzelliklerdi. İstanbul İstanbul olalı böyle işkence görmedi diyerek çıktık, ne yapalım, sağlık olsun…


2:37
Avustralya, 2006

Festivalin çarpıcı filmlerinden olan ve biletleri hemencecik tükenen bu filme, karanlık bir konusu olmasına rağmen gitmemin sebebi hem hit filmlerden birini izlemekten geri kalmamak hem de işi kırmaya bahane arıyor olmaktı. Pişman mıyım peki? Hmm, şöyle böyle…



İngilizce konuştukları halde ne dediklerini anlayamadığım film kahramanı genç arkadaşlar yine uzun sayılabilecek süre boyunca bu sefer sıkmayarak kendilerinden ve hayatlarından bahsediyorlar. Aynı lisede –ne zor bir dönem- okuyan kızlı erkekli bu yavrucukların hepsinin ayrı bir derdi var ve bunlar bizim zamanımızda yaşadığımız büyüme sıkıntılarından çok farklı. Film boyunca hangi birine üzüleceğimizi şaşırdığımız yetmezmiş gibi bir de en başında verilen ipucunun sonunun hangisine çıkacağını bekliyoruz yüreğimiz hop hop ederek. Fakat filmin sonunda ne çıkıyor? Evet bir ergen intiharı. Ancak hikayesi muhtemelen filmdeki karakterlerin hiçbirinin olmadığı kadar sıradan, normal ve sağlıklı görünen bir karakterin intiharı! Ve bence filmi çarpıcı yapan da bu beklenmedik son oluyor. Ben filmdeki karakterlerden büyük ve onların anne-babaları olacak insanlardan –ki asıl taşlar hep onlara gidiyordu bence- küçük olduğum için sadece hayat zor, of of of diyerek çıktım. Bir de ergen annesi olarak bu filmi izleseydim herhalde hayata dönmem daha uzun zaman alırdı. Bunca kalem oynattıktan sonra sanırım filmin neredeyse oyuncuları kadar genç yönetmenini tebrik etmek gerek.

Hiç yorum yok: