22 Mart 2007

Nerd/ Nörd/ Nard

Yapacak bir sürü şeyin mevcut fakat hiçbirini yapacak mecalim olmadığı bu akşam, feci şekilde açılan iştahımı yediğim onca şeyin üzerine sonunda bastıran doksan gramlık bir fıstık paketini –tabii ki paket halinde değil, içindeki fıstıkları teker teker, kaç gram olduğuna en son baktım- mideye indirdikten sonra bilgisayarın başına dönerken birden antrede sanki her fırsatta okurmuşum gibi çantamın yanında duran ve benimle gelmeye hazır görünen son kitabım dikkatimi çekti. Yine sanki okuyabilecekmişim gibi aldım yanıma ve birden kendimi ‘Acaba gerçekten nörd müyüm, yoksa nörd olmaya heveslenen biri miyim? Sahi ne kazandırıyor bu nördlük bana? Sandığım kadar nörd değil miyim yoksa? Daha nörd olsam hayatım nasıl olurdu, şimdikinden farkı ne olurdu?’ gibi olası en absürt sorularla bunaltıyor buldum.

Konunun durup dururken böylesine depresif hale gelmesinde o an dinlediğim Oysten amcanın uzun zaman önce indirip ilk kez dinlediğim Private Collections adlı albümünün akıllara zarar amelodik, atonal müziği de etkili olmuştur kanımca. Ki ana dili olan Norveç alfabesinde tam ismi Øystein Sevåg olan ve Global House albümünün Paris adlı parçasına vurgun olduğum bu sözde new age albümünü diskografisine eklemiş –kim bilir ne zaman amazonu açıp ona bile bakamayacağım- zatı muhterem ve bahsi geçen albümü ile ilgili hikaye anlatılmadan geçilecek gibi değil.

Özetle, bundan yıllar önce o zaman tanıdığım –belki de hala- müzik arşivi en geniş insan olan en küçük dayımda Global House’ı dinlemiş, beğenmiş, mp3e çevirmek yoluyla anında araklamıştım. Aylar öncesinde de soulseekde başka albümü var mı diye ismini aratıp, bir süre bulamayıp, wish liste ekleyip, neden sonra –bu Türkçe dilbilgisinde bir yere konamayan kalıplar içinde en sevdiğimdir, genellikle kimse cümlenin ne anlama geldiğini çözemez- bu Private Collections albümüne rastlayıp, amanin deyip hemen indirmiş fakat bu akşama kadar hiç dinlememiştim. Hiç dinlememiştim ancak ayda bir ziyaret ettiğim ve bana süper bir servis sunmak için elinden geleni yapan sevgili ciltbakımcıma aylık şımartma seanslarında bana ve diğer müşterilerine dinleteceği değişik bir albüm olması için –hiç böyle bir şey talep etmediği halde- bir cdye kopyalamıştım.

The chopping block, moving backward along the axis gibi isminde bile meymenet olmayan, kulağı okşayabilecek en naif melodinin zilyon ışık yılı uzağından geçen parçaların bir kısmını dinledikten sonra –bir kısmına dayanabildim çünkü- iyi ki cdyi vermeden önce dinlemişim diyorum! Bana göre bu cd eğer kırılıp çöpü boylamayacaksa –ki konu ne olursa olsun vandalizme karşıyımdır- yeni sahibi bana Cem Adrian’ın ilk albümünü zorla hediye eden arkadaşım olacak!

Lafı uzatıp hiçbir yere bağlamamak adına o hikayeyi de özetleyeyim. Cem Adrian, dokuz oktavlık sesi olan mucize adam, vs olarak sözüne güvendiğim onca yazar tarafından olabilecek en cafcaflı şekilde lanse edilmesi üzerine dikkatimi çekti. Her yeni şeye sazan gibi atlayan bünyemin etkisiyle o zaman çalıştığım yerdeki arkadaşlarla havaya girip bu çocuğu dinlemeyi kafaya koyduk. Kırk yılda bir geldiği canlı performansları hep hafta içiydi ve her seferinde birimizden birinin işi çıkıyordu, dinlemek bir türlü kısmet olmuyordu, kısmet olmadıkça –bu arada herhangi bir müzik markete gidip cdsini almak da yok- daha çok kafaya takıyorduk derken… Yeni yerimdeki arkadaşlardan birinde bana ödünç verebileceği ilk albümü olduğu ortaya çıktı! Arkadaş benim bu fanatik ilgimi görünce, eğer atmadıysam getireyim dediğinde anlamamıştım beni bekleyen tehlikeyi. Lütfen bu cdyi alın ve geri getirmeyin diyerek orijinal cdyi verdiğinde de anlamamıştım. –sazanım ya!- İkinci parçayı dinlerken anladım!

Asla bir daha bilerek ve isteyerek dinlemeyeceğin bir albüm var mıdır diye sorsalar aklıma ilk gelen albüm bu olur diyeyim, nasıl bulduğumu siz anlayın. Hoş, albümün tamamını dinledim, işin uzmanı olmasam da çocuğun hakkında çıkan onca tanıtıma temel teşkil eden bir yeteneği olduğunu anladım ancak sözünü müziğini kendi yazdığı o kulaklara işkence şarkılarını hiç beğenmedim. Sonraki albümlerine ya da hocası keşifçisi –mucidi bile diyebiliriz- Fazıl Say’ın gözetimindeki bir klasik konserine bakmak gerek.

Neyse, anlayacağınız, her alışverişte beklenenden fazlasını vermek isteyen cömertliğim müzik takasında da tuttu: Cem Adrian’a karşılık Oysten Sevag. Daha fazlası ancak tamamı bile dinlenemeyen üstelik korsan bir new age bozması olabilirdi haksız mıyım?! Nihhah hah hah!!!

Son olarak, adı geçen isimlere ve türlere yaptığım yorumların tamamen kendi düşüncelerim olduğunu ve bu düşüncelerimin her an herhangi bir nedenle değişebileceğini aynı zamanda bunların çok matah bir müzik bilgisine dayanmadığını belirtir ve affınızı dilerim. Onları dinlemek hakikaten beter bir deneyimdi, yargılamak için değil, deneyimimi paylaşmak için yazdım. Yoksa negatif şeyler değil yazmak, düşünmek bile adetim değildir, ne var ki insanın başına gelebiliyor bazen…

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Pınar Hanım,

Hazır iştahınız açıkken bari ne zamandır devamsızlıktan sınıfta kalmaya aday olduğunuz malikaneme uğrasaydınız; orada ultramega nefis modern bir aşure görür, midenize bayram ettirirdiniz. Fırsatı kaçırdınız, silip süpürdü millet aşuremi. Yaaa, işte öyle.

Pınar Y. dedi ki...

Metin Beycim, hoşgeldiniz!
açıkçası iştahım bir anlığına açılmıştı, kapanalı çok oldu. yine de aşunenize hayır demezdim.

yine gelin, şu sıralar buralarda aşure aşuresi değilse bile bol miktarda müzik ya da film aşuresi bulabilirsiniz. malum film festivali hala devam ediyor...